YÜZBAŞI SELAHATTİN’İN TARSUS’U
26.04.2019Yüzbaşı Selahattin’i hepimiz İlhan Selçuk’un aynı isimli kitabından biliriz. 1894 yılında Edirne’de doğmuştur. 1900 yılında babasının Tekirdağ’a tayin olması nedeniyle ilkokulu burada okur. Daha sonra Edirne Askeri İdadisi’ni bitirip Mekteb-i Harbiye’ye başlar. 1912 yılında mezun olduktan sonra piyade teğmeni olarak ilk tayin yeri olan Çanakkale’deki 2. Kolorduya gider. İtalyan harbi sırasında Çanakkale’dedir. İtalya harbinden sonra Balkan harbine katılır. Burada tanıştığı arkadaşlarının aracılığıyla İstanbul’a geldiğinde İttihat ve Terakki’nin eylemlerine katılır. 1918 yılında yüzbaşı olur. Bu sırada çıkan 1. Dünya Savaşı’nda 5. Kuvveyi Seferiye karargâhına tayin edilir. Savaş sırasında İran ve Kafkas cephelerinde çarpışır. Ardından Irak cephesinde çarpışır. Bağdat savunmasında elindeki imkânları en iyi şekilde kullanmasına rağmen şehir kaybedilir. Bağdat’tan sonra Bakü müdafaasında yer alır. Ancak Bakü de kaybedilir.
Resim-1:Yüzbaşı Selahattin
1926 yılında ordudaki görevinden kendi isteğiyle emekliye ayrılarak çeşitli devlet kurumlarında çalışır. "Harp Madalyası", "Kılıçlı Beşinci Rütbeden Mecidî" ve "İkinci Rütbeden Alman Demir Salip" nişanları ile "İstiklal Madalyası" sahibidir. Askerlik yaşamı ile ilgili savaş anılarını on beş cilt halinde toplar. Anıları, İlhan Selçuk tarafından romanlaştırılarak iki cilt halinde 1973 yılında yayımlanır.
Resim-2:İlhan Selçuk
İlhan Selçuk, Yüzbaşı Selahattin'in Romanı adıyla yayımladığı anılarının son bölümünde, O'nu şöyle tanımlamaktadır: "Yüzbaşı Selahattin'in Romanı gerçekte bir kişinin değil, bir kuşağın romanıdır; Osmanlı İmparatorluğu’nun son kuşağının romanı... Yıkılan imparatorluğun yerine Turan İmparatorluğunu kurmak isteyen, ama bu düşsel serüvenin peşinde yenilgiden yenilgiye uğradıktan sonra Anadolu'da ulusal gerçekçiliğe dönüşümün romanı... Yüzbaşı Selahattin bir çağ değişimini kişiliğinde yaşamıştır, umutla, acıyla, korkuyla, yüreklilikle, bilinçle, bilinçsizlikle...
Resim-3:Yüzbaşı Selahattin’in Romanı
1914 yılında Bağdat seferine çıkan Osmanlı orduları, Pozantı’yı aştıktan sonra Tarsus’a ulaşırlar. Burada bir süre konakladıktan sonra Ceyhan ve Osmaniye üzerinden Antakya’ya oradan da Suriye’ye geçerler. Kurtuluş savaşına da katılmış olan Yüzbaşı Selahattin anılarında Tarsus’tan da söz eder. Tarsus’u lokantası, berberi ve oteli olan bir kasabacık olarak tanımlar. Anıların en dikkat çekici özelliği Tarsus’ta elektrik olmasıdır. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerinde ilk elektriği olan kent Tarsus’tur.
Resim-4:Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde ilk elektriği olan kent Tarsus’tur.
Yüzbaşı Selahattin’in dikkatini çeken ikinci bir şey ise portakal ağacını yaşamında ilk kez görmesidir.
Resim-5: Tarsus’ta portakal ağacı
"Gece yarısına doğru tren Toroslar’da Pozantı’ya geldi. Demiryolu burada bitiyordu. Vagonlardan indik. Hava müthiş soğuk, dağlar karlıydı. Portatif karyolalarımızı açtık, açık havaya kurduk ve elbiselerimizle yattık. Üç gün, üç gecedir trende sersem olmuştuk. Benim karyolamla Hüseyin Rahmi’ninki yan yanaydı. Biraz ileride Emin Ali yatıyordu. Cemal, Basri Bey’in yanına gitmişti. Yolda Cemal’in Kurmay Başkanı Yüzbaşı Basri’nin karısıyla kardeş çocuğu olduğunu öğrenmiştik. Cemal hem Trablus kahramanı, hem de Tümen Kurmay Başkanı’nın akrabası olunca kendisini bizden üstün görüyor, bizimle konuşurken büyük adam tutumunu benimsiyordu.
Sabah, gün açılırken uyandığımız zaman gece yağan kırağı nedeniyle battaniyelerimizin üzerinin buz tuttuğunu gördük. Kalktık. Yakında bulunan bir işçi kahvesinde çay içtik. Birkaç saat içinde bize binek hayvanı verdiler. Eşyalarımızı toplattık. Yola çıktık.
Kumandan Halil Bey’in otomobili varmış. Halil Bey, kurmayı ve yaverleri otomobille Tarsus’a gittiler.
Biz de atlara kurulduk. Yürüyüşe çıktık. Öğleüstü bir yerde mola verdik. Herkes bir şeyler yiyordu. Rahmi’yle ben de yiyecek bir şey yoktu. Tanıdığımız da olmadığı için o gün aç kalmıştık. Akşam bir hana geldik. Ekmek ve yoğurt arıyorduk. Üsteğmen Cemal heybesinden çaydanlık çıkardı. Çay pişirtti. Bisküvit çıkardı. Yemeye başladı. Herhalde havanın soğukluğu ve açlık nedeniyle içi ezilen ben, böyle karşımda şapur şupur yemek yendiğini görünce bakakalmış olacağım ki, Cemal bunun farkına varmış:
-Mülazim Efendi demişti, galiba canın bisküvi istiyor, olmadığı için yiyemiyorsun. Her halde çay da içmek istersin? Bana bakıp içini çekiyor ve belki de kızıyorsun. İstersen bir bardak çay vereyim, sağlığıma dua et!
Bu başlangıç, aramızda arkadaşlık bağı kurdu…
Üçüncü gündü. Atlı karargâh üyeleri, Toroslar’ı aşmış, Tarsus’a gelmiştik. Bir hana indik. O tarihte elektrikli bir kasabacık; lokantası, berberi ve oteliyle bize bulunmaz bir nimet gibi geldi. Posta başı Rahmi’yle beraber berbere gittik, lokantaya gittik. Üç günden beri yoksun bulunduğumuz bir sıcak yemeğe kavuştuk. Akşam hamamdan sonra geceyi Tarsus’un bir otelinde geçirdik. İki üç gün orada kaldık. Bizim tümene mensup birlikleri bekliyorduk…
Resim-6: Tarsus'ta elektrik
Portakal ağaçlarını ilk kez Tarsus’ta görmüştük. O gün akşama kadar ellisi, altmışı bir kuruşa alınan ve yollarda yığılı duran portakalları yemekten bıkmıştık. Biz o gün çok ucuza aldığımız portakalları yağma etmekten memnunduk. Ama düşünemiyorduk ki, bütün yaşama koşullarını portakala bağlamış köylü mahvolmaktaydı."
KAYNAKLAR
1-Uğur Pişmanlık-Burak Köroğlu. Gezginlerin Gözüyle Tarsus. Arkeoloji ve Sanat Yayınları. İstanbul, 2012
2-İlhan Selçuk. Yüzbaşı Selahattin'in Romanı 1-2. Cumhuriyet Yayınları, İstanbul, 2010
Yorum yap