12 SAATTE DOĞU KARADENİZİN SAKLI MÜCEVHERLERİ...
22.06.2021Kongrenin üçüncü günü sosyal programa ayrılmıştı. 26 kişilik midibüsümüze sabah erken saatte yerleştik ve yola çıktık Sevgili hocamız Prof. Dr. Ayla SAN’ın ev sahipliğinde rotamız eski Zigana geçidi üzerinden Zigana Köyü, Limni Gölü, Karaca Mağarası ve Gümüşhane idi. Kahvaltı molamızı yer yer hala sabah sisiyle kaplı Zigana Tatil Köyünde verdik. Temmuz ayı olmasına rağmen hava bir hayli serindi. Kahvaltı için bir grup sırada beklerken biz de dışarıda Zigana tatil köyünün ahşap evleri arasında dolanıyor, bir yandan temiz Karadeniz dağ havasını içimize çekerken bir yandan da çevreyi keşfediyorduk. Kahvaltının ardından Zigana Tatil Köyünden ayrılırken eşimle ortak dileğimiz burada birkaç gece geçirebilmekti. ( Çok içten dilemiştik sanırım, bu dileğimiz tam bir yıl sonra gerçekleşti.)
Dolana dolana eski Zigana Köyüne ulaştık. Köy muhtarı ve Gümüşhane Gençlik ve Spor Müdürü bizi karşıladı. Hoş geldin ve hatır sorma faslından sonra Gümüşhane’ye doğru bakan dağ manzarası eşliğinde ikram edilen yörenin ünlü irmik helvasını kaşıkladık. Daha sonra hep birlikte köyün biraz dışındaki çimle kaplı amaca doğru ilerledik. Burada bizi bir sürpriz bekliyordu. Çim Kayağı milli takımındaki iki sporcu bizim için gösteri yapacaklardı. Ortadaki basit telesiyejle yamacın 400 – 500 metre yukarısına tırmandılar ve slalomlar yaparak kaymaya başladılar. İzlemesi gerçekten en az kar kayağı kadar keyifliydi. Bu sporu hem spor amaçlı yapmak hem de alternatif turizm modeli oluşturmak için çaba harcayan Gençlik ve spor müdürünü ve sporcuları tebrik ettik. Yamaç paraşütü, rafting, kanyoning ve çim kayağı gibi alternatif sporların bu yöredeki turizmin gelişmesine katkıda bulunacağına ve yörenin ekonomik ve sosyal gelişimine katkıda bulunacağı görüşünde birleştik.
Zigana köyünden sonra Limni Gölüne kadar bizi zorlu bir parkur bekliyordu. Dar ve sağı solu yüzlerce metre uçurum toprak yolda sarsıla sarsıla toz toprak içinde ilerledik. Özellikle Limni gölüne gelmeden önceki son virajda bayağı bir zorlandık. Ama tepeyi aştığımızda gördüğümüz manzara karşısında tüm yorgunluğumuz ve gerginliğimiz kayboldu. Yeşillikler içinde aynı İsviçre Alplerindeki gibi bir manzara içinde küçük bir su birikintisini andıran Limni Gölü tüm güzelliği ile karşımızdaydı. Serin dağ havası ve ortamın dinginliği, gölde yüzen ördeklerin görüntüleri arasında göl kenarındaki küçük işletme sahibinin ikram ettiği ayran ile yorgunluğumuzu attık.
Ayranlarımızı içip, teşekkür edip tekrar yola düştük. Güneşli köyünde sanatçı bir köylünün kendi çabalarıyla yaptığı ilginç mimarisi, içerideki ilginç yağlıboya tabloları, doğal malzemeden heykelleri ve bunları saran ve galeri sahibi tarafından özenle korunan örümcek ve örümcek ağları arasında Güneşli Sanat Merkezini geziyoruz. Benim için değişik bir deneyim oluyor. Aklıma Tahtakuşlardaki Türkiye’nin ilk özel etnografya müzesi geliyor.”Kim bilir” diye düşünüyorum. Yurdumun gizli kalmış köşelerinde buna benzer ne zenginlikler vardır.
Tekrar yollardayız. Gerçekten bizleri fiziksel olarak çok zorlayan bir parkurda yolculuk yapıyoruz. Öğle sıcağı da kendini hissettirmeye başladı. Tek dileğimiz bir an önce ana yola inmek. Bir süre daha tozlu topraklı yolda ilerledikten sonra asfalta, ondan sonrada Trabzon Gümüşhane yoluna iniyoruz. Gümüşhane’ye doğru yolumuza devam ediyoruz. Sürekli dağları delen tünellerden geçiyoruz. En son geçtiğimiz tünelden çıkına yolun sağında bir tabela dikkatimizi çekiyor. “ Mecitli 100 metre geride kaldı.” Aracımızla geri dönüyoruz. Tünel çıkışının hemen solundan toprak bir yolla Mecitliye iniyoruz. Burası yemyeşil ağaçlar arasında saklanmış bir kır lokantası. Bilmeyenler için tünelden çıkınca burayı görmek mümkün değil. Önceleri bir Karadeniz şakası sandığımız tabelanın sırrını da çözmüş oluyoruz. Bu hoş kır lokantasında Sevgili Ayla Hocamızın hazırladığı bir sürpriz bizi bekliyor. Yörenin yerel yemeklerinin tümünü tatma olanağı buluyoruz. Şimdi isimlerini hatırlayamadığım mükemmel yerel lezzetler. Sevgili Mehmet Yaşin’e Lezzet Duraklarına eklemek için âcizane öneririm. Kır lokantasının atmosferi, yediğimiz yemeklerin lezzeti ve bunların üzerine içtiğimiz çaylar tüm yorgunluğumuzu alıyor. Yeniden canlanıyoruz.
Trabzon’a doğru geri dönüp sağ tarafta bir sapaktan anayoldan ayrılıyoruz. Bu kez asfalt ama çok virajlı dar bir yoldan tırmanmaya başlıyoruz. Hedefimiz ülkemizin sayılı mağaralarında Karaca Mağarası. Mağaranın çevre düzenlemesi yeni yeni yapılıyor. Beşerli gruplar haline mağaraya giriyoruz. Dar bir galeriden sonra bugüne kadar gördüğüm en mükemmel sarkıt ve dikitlerden oluşan yüksek tavanlı büyük bir cavern’e ulaşıyoruz. Gerçekten çok etkileyici. Fotoğraf makinelerimizi girişte bıraktığımız için bu güzellikleri anca zihnimize yerleştirebiliyoruz. Ama bence her gezginin mutlaka görmesi gereken bir yer.
Mağara çıkışı bizim uçağımız bu akşam olduğu için grupla vedalaşıyoruz. Görevli arkadaşlarımız bizi hava alanına bırakmak için yola çıkarken grubun geri kalanı cehennem vadisi kanyonuna ve sonra da Gümüşhane’ye doğru gezilerine devam edeceklerdi. Uçağa bindiğimde bugün bir güne sığdırdığım güzellikleri düşünüyorum ve bu fırsatı yarattığı için sevgili hocam Ayla SAN’a teşekkürlerimi mırıldanıyorum.
Yazı ve Fotoğraflar:
Mehmet Cengiz TÜMER
Not: Karaca Mağarasını bşr başka yazıda anlatacağım.
Yorum yap