FADO'NUN BAŞKENTİ: LİZBON BÖLÜM 3 SİNTRA, CABO DA ROCA, CASCAİS
24.07.2021FADO'NUN BAŞKENTİ: LİZBON
BÖLÜM 3
SİNTRA, CABO DA ROCA, CASCAİS
Lizbon da ikinci günümüz. Kahvaltının ardından saat dokuzda yola düşüyoruz. Praça da Rossio'ya kadar yürüyüp buradaki istasyondan trene bineceğiz. Gişe memurundan Sintra için tren bileti istediğimizde 6 €'luk günlük bilet yerine tren, otobüs vb de kullanabileceğimiz Sintra Cascais turu için düzenlenmiş 12 €'luk bileti öneriyor. Böylece Sintra’nın içinde Pena Palace'ye gidiş geliş ve Cabo da Roca, Cascais otobüsleri ve Cascais'ten trenle Lizbon'a dönüş için de kullanabileceğiz. Biletlerimiz alıp trene yerleşiyoruz.
Trenle kırk beş dakikalık bir mesafede olan Sintra yeşillikler içinde küçük bir kasaba. Zamanında krallığın yazlık mekânı olarak kullanıldığı için saraylar ve köşkler ile dolu. National Palace, Pena Palace bunlardan ziyarete açık ikisi. On yıl önce geldiğimde sadece National Palace ziyarete açıktı. Pena Palace'ında restorasyonu tamamlanmış ve ziyarete açılmış.
Küçük ve sevimli tren istasyonunda indikten sonra istasyonun hemen önündeki otobüs durağında Sintra merkeze gitmek için 434 nolu otobüse biniyoruz. Otobüs bizi Historical Center'da saat kulesinin önünde bırakıyor. National Palace'ı dışarıdan dolaşıp kış güneşi altında Sintra'nın tepelerini ve vadilerini seyrediyoruz. Merkezdeki daracık sokaklarda dolaşıp hediyelik eşya satan dükkânlardan hatıra ve hediyelik objeler satın alıyoruz. Bu arada Ankaralıgezginler Grubumuzun bir etkinliği olarak Sintra kartpostalı alıp Saat kulesinin yanındaki posta ofisinden " Sintra'dan sevgilerle" PK 1341'e gönderiyorum.
Sintra’nın Karadeniz’i andıran sık ormanlarla kaplı doğal yapısı nedeniyle güneşin giremediği ve bu nedenle yosun kaplamış kaldırımları ve bahçe duvarları eşliğinde Monserrate Sarayına doğru yürüyoruz. Bu sarayı da dışarıdan göreceğiz. Zaman darlığı nedeniyle sadece Pena Palace'ı gezeceğiz.
Güzel bir sabah yürüyüşü ile "Park and Palace of Monserrate"'ye ulaşıyoruz. Sarayı görüntüleyip geldiğimiz yoldan çeşmeler ve küçük şelaleler eşliğinde Pena Palace yol kavşağındaki otobüs durağına varıyoruz. Yirmi dakikada bir ring yapan 434 nolu otobüsümüzü bekliyoruz. Turistlerle dolu otobüsümüze binip yaklaşık yirmi dakika sık ormanlar arasında tırmanıyoruz. Yol bazı yerlerde dar ve keskin virajlara sahip buralarda otobüsümüz bazen iki üç manevrada dönebiliyor. Pena Palace bir saray komplesi olmasının yanı sıra büyük bir botanik bahçesine de sahip. Eğer zamanınız varsa sarayın dışında bu bahçeyi yürüyerek gezmekte keyifli olur. Biz giriş bileti ( 11 € ) ile birlikte 2 € daha verip transfer bileti de satın alıyoruz. Böylece zirveye kurulmuş saraya tırmanmak zorunda kalmadan çıkabileceğiz. Biraz önce yazdığım gibi vaktiniz ve enerjiniz varsa yürüyerek de çıkmak keyifli olabilir.
Pena Palace 1503 yılında Manuel ı tarafından yapılmış ve ilerleyen zamanlarda 1755 te, 1838 de Fernando II, 1842 ve 1854 de Marias II ve Baron von Eschwege, 1885 de Ferdinands II tarafından ilaveler yapılarak kullanılmış bir ortaçağ şatosu ve kale yapısında bir saray. 1910 yılında müzeye çevrilmiş ve 1995 yılında UNECSO tarafından koruma altına alınmış. Konumu itibariyle bir kartal yuvası gibi. Ta Lizbon'a ve Tajo nehrine kadar ovaya ve Atlas okyanusu manzarasına hâkim. Bir saat süreyle sarayın içini odalarını salonlarını, şapelini, çalışma ve yemek odalarını geziyoruz. Bir salonda gördüğümüz iki Osmanlı levendi heykeli bizi şaşırtıyor. Şaşkınlığımızı gören görevli nereden geldiğimizi soruyor ve İstanbul deyince bize bilgi veriyor. Bu salonun teşrifatı Osmanlı padişahı tarafından hediye edilmiş ve bunun için Osmanlı Levent heykelleri yapılmış, aslında dört heykelmiş ikisini sergide kalanları ise halen restorasyonun devam ettiği yandaki depo da gördük.Pena Palace ziyaretimizi sonlandırıp transfer otobüsümüzle aşağıya otobüs son durağına iniyoruz.
Bizi Cabo da Roca'ya götürecek 403 nolu Cascais otobüsü kalkmak üzere ama biz bir şeyler yemeği düşündüğümüzden bir sonraki otobüsün saatini öğrenip istasyonun karşıda kaldırıma masalar atmış kafeye oturuyoruz. Sintra'nın kış güneşi iliğimizi kemiğimizi ısıtıyor. Ton balıklı sandviçlerimizi yer biralarımızı yudumlarken meteoroloji konusunda ne kadar şanlı olduğumuzu konuşuyoruz.
Bir saat on beş dakika sonra 403 nolu Cascais otobüsümüz yanaşıyor. Yola çıktığımızda yollar bu kez bana yabancı geliyor. On yıl önce tamamen kırsal bir bölgede köy yolu sayılabilecek bir yolda yolculuk yapmışken bu kez tamamen yapılaşmış ve bakımlı bir yolda ilerliyoruz. Yaklaşık kırk beş dakikalık bir yolculuktan sonra okyanus ve Cabo da Roca feneri gözüküyor.
Otobüsten indiğimiz an güneşe rağmen okyanustan esen rüzgâr bizi karşılıyor, bereler takılıyor, atkılar sarılıyor. Kıta Avrupa'sının en batı ucu olduğunu belirten haç önünde ve Atlas Okyanusunu arkamıza alarak fotoğraflar çektiriyoruz. Artık kıta Avrupa'sının en ucundayız ve bunu belgeliyoruz. Rüzgârda ve soğukta daha fazla kalamayıp bir saat kırk dakika sonra gelecek otobüsümüzü beklemek için turizm ofisinin bekleme salonuna geçiyoruz.
Otobüsün gelmesine yirmi dakika var dereken salonda bir hareketlenme oluyor, çantasını alan dışarı yöneliyor. Pencereden otobüsün geldiğini görünce biz de çantalarımızı alıp dışarıya çıkıyoruz. Yolcularını indiren otobüse biz doluşuyoruz. Ana yola çıktıktan sonra bir terslik olduğunu hissediyorum, normalde Cascaise giderken sağımızda olması gereken okyanus solumuzda akıp gidiyor. Bir anda jeton düşüyor biz Cascais'e gidecek otobüse değil Casvais'ten gelip Sintra’ya giden otobüse binmişiz. Bir sonraki durakta inip karşı durakta yirmi dakika sonra gelecek otobüsümüzü beklemeye başlıyoruz. Bu arada karşımızdaki Dallas Çeşmesini fotoğraflıyoruz.
Yirmi dakika sonra tam vaktinde gelen otobüsümüze binip bir kez daha Cabo da Roca'danın yeni ziyaretçilerini bırakıp bu kez doğru tarafa Cascais'e hareket ediyoruz. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra alacakaranlıkta Cascais’e iniyoruz. Ben görmeyeli Cascais te değişmiş, on yıl önceki doğal plajı beton duvarlarla çevirmişler, Falezler yo olmuş, kıyıdaki restoranların yerini yeni binalar almış. Kısacası on yıl öncekinden çok farklılaştığı için bir meydandaki balık restoranına giriyoruz. Yine balık, yine deniz ürünler, ve yine yeşil şarap Vinho Verde....
Yemekten sonra Lizbon trenine yerleşiyoruz. Koca vagon bomboş... Arkadaşlara size özel vagon tahsis ettirdim diye şaka yapıyorum. Kırk beş dakikalık yolculuktan sonra Lizbon... İstasyondaki süpermarketten su, porto şarabı, Ginja ve Vinho Verde alıp Hostelimize dönüyoruz. Bu akşamda Fado kulübüne gidecek enerjimiz kalmadı... Yaşlanıyoruz galiba...
Bu akşam Lizbon da son gecemiz. Yarın öğleye kadar alışveriş için serbest zaman sonra da metro ile hava limanına transfer.
Yazı ve Fotoğraflar:
Mehmet Cengiz Tümer
Yorum yap