SABAHATTİN ALİ’NİN İZİNDEN SİNOP CEZAEVİ
28.05.2019Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”sinde; “Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.” şeklinde anlatılan Sinop Cezaevi, bir çok mahkum için umudun bittiği yer olmasına karşın, bazıları için özgürlük tutkusunun sanata, edebiyata şiire yön verdiği yerdir.
Resim-1
Resim-2
“Anadolu’nun Alkatraz’ı” veya “Giren, çıkamaz” diye adlandırılan cezaevi birçok kişi ve olaylara tanık olmuş, birçok yaşanmışlığa ev sahipliği yapmıştır. İçinde Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi Kuran, Refii Cevat, Hüseyin Hilmi, Burhan Felek, Osman Cemal Kaygılı, Celal Zühtü Benneci, Ali, Kerim Korcan, Osman Deniz, Zekeriya Sertel gibi bir çok yazar, gazeteci, siyasetçinin yattığı cezaevinin en ünlü konuğu ise Sabahattin Ali’dir.
Resim-3
Resim-4
Sabahattin Ali, burada kaldığı süre içerisinde Sinop Cezaevi ile ilgili olarak bir çok şiir ve öykü yazmıştır. Öykü ve şiirlerinde bir taraftan cezaevinin fiziksel koşullarının olumsuzluğundan, cezaevinde yaşanan sorunlardan ve yaşam zorluklarından bahsederken bir taraftan da mahkumların özgürlüğe olan özlemlerini ve duygularını anlatır. “Duvar” adlı öyküsünde, Sinop cezaevi için; “Uzun zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın duvarlara vuran suların sesi taş oralarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı. Tüylerinden sular damlayarak surların arkasında yükseliveren deniz kuşları demir parmaklıklara hayretle gözlerini kırparak bakarlar ve hemen uzaklaşırlardı.” şeklinde yazar.
Resim-5
Resim-6
Sabahattin Ali, cezaevinde yazdığı bir mektubunda şöyle anlatır cezaevini: “Duvarlar… İsten ve kirden yer yer lekelenen, kirecin rengi sararak pis bir sofra örtüsüne dönen kalın taş duvarlar… Taş duvarların dibinde yığılı, üzeri eski kilim veya yırtık battaniyelerle örtülü yataklar… Daima yanlış çalan bir duvar saati, altındaki çivide pis bir havlu, bir bağlama, bir eski yelek. Ve en solda, köşede bulaşık kaplar… Ve ben düşünüyorum…” Başka bir mektubunda ise Sinop’a geldiği günle cezası bittikten sonraki adamın aynı adam olmadığını yazar; “…tam bir sene geçti o günden beri, hâlbuki ben ne kadar çok ihtiyarlamıştım! Bir sene evvelki Sabahattin’e bir çocuğa bakar gibi bakıyordum…” diye yazar.
Resim-7
Resim-8
Sabahattin Ali bir mahkumun ağzından yarı kalmış bir firari öyküsünü anlattığı “Duvar” adlı öyküsünde en fazla hürriyeti özler: “Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir. On adım ötede en büyük hürriyetlere götüren denizi dinlemek ve sonra aradaki kalın kale duvarlarına gözleri dikerek bakmaya, denizi yalnız muhayyilede görmeye mecbur kalmak az azap mıdır? Bahçede insanın ayakucuna inerek ekmek kırıntılarını toplayan ve aynı hürriyetsiz topraklarda sağa sola adım atan bir kuşun bir kanat vuruşuyla bu duvarları aşarak serbestliklerle kucaklaşmaya gittiğini görmektense, nefes almaktan başka hürriyeti hatırlatacak hiçbir şey bulunmayan bir yerde kapanmak daha iyi değil midir?
Fakat benim kaldığım hapishanede her şey, her ses, hürriyeti gözlerin önüne kadar getirmek, sonra birdenbire çekip götürmek için yapılmış gibiydi. Surların üstünde büyüyen ufak ağaçlar, yosunlu taşlardan aşağı sarkan sarı çiçekler bir bahar havası içinde eli kolu bağlı olmanın bütün acılarını içime dökerdi. Uçsuz bucaksız gökte bir kuğu gibi ağır ağır yüzen küçük beyaz bulutlar benden bir tek teselliyi: unutmayı alırlardı.
Ve burada konuşulan şeyler hep eskiye, dışarıya ait şeylerdi. Sanki hiç kimse buraya girdikten sonra yaşamıyor, yahut hafızası bunu zapt etmiyordu. Buradaki hayattan bahsetmek lazım gelince de o kadar isteksiz anlatılırdı ki, insanda, söyleyene azap veren bu şeyleri susturmak arzusu uyanırdı…”
Resim-9
Resim-10
Sabahattin Ali, Sinop Cezaevinde aynı duygularla “Hapishane Şarkıları” adını verdiği şiirler de yazar.. Bu şiirlerinden en ünlüsü ve sonuncusu “Hapishane Şarkıları-V” adını verdiği “Aldırma Gönül” isimli şiiridir. Şair, 1933 yılında halk dilinden yararlanarak, kapatıldığı hücrede kalenin surlarına çarpan deli Karadeniz’in dalgaları eşliğinde ve içinde sevdiklerine, memleketine ve en çok da özgürlüğe duyduğu hasretle yazmıştır bu ünlü şiirini. Şimdi yattığı tek kişilik koğuş içerinde resminin yanında şiiri asılmış. Bu koğuş yatağı, sazı ve bazı eşyaları ile korunmaya çalışılıyor.
Resim-11
Resim-12
ALDIRMA GÖNÜL (HAPİSHANE ŞARKILARI-V)
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma
Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma
Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül aldırma
Resim-13
Neşe Ölçücü
14 Jun 2019Eline yüreğine sağlık Ali İhsan
Tamer Altay
4 Jun 2019Ali İhsan... Fotoğraflar da yazı da şiirsel. O gezide ben de vardım. Ve pek çok fotoğraf çektim. Senin fotoğraflarını görünce siyah beyaz günlere geri gittim. Ama ... Zindan duvarlarının üzerinde uçan o serseri martı fotoğrafı var ya! İçimden İhsan’da başka bir göz, sanatçı ruhu var dedim. Tebrikler...
Nezih Oktar
7 Jun 2019Eline, beynine sağlık Ali İhsan. Oraları ziyaret etmiş biri olarak gerçekten çok ilginç.
Ayla Emrahoglu
10 Jul 2019Çok yakın bir tagihte Sinop Cezaevini gezdim ama tamamlayamadım.Yuregim yetmedi.Umut ağacından da bahsetmemesi beklerdim.Teşekkürler