Üye Ol / Giriş yap


Gezi

DAĞ REHBERLERI, ŞERPALAR

AHMET BOZKURT 23.06.2021

Khumbu Tanrısı lakaplı Khumbila Dağı eteklerinde, Khumjung’da doğdum. Everest’e ilk tırmanışı gerçekleştiren Edmund Hillary’nin, bu tırmanış anısına kasabamıza hibe olarak yaptırdığı okulun ilk bölümünü bitirdim. Ailemin ihtiyacı olduğu için devamına gidemedim. Tarlada anneme yardım etmem gerekiyordu. Sınırlı arazimizde patates tarımı ile uğraşıyorduk. Yakları otlatıyor, akşam olunca onları toparlayıp evimizin yüksek duvarlı bahçesine kapatırdım. Annem onları sağardı. Haftada bir gün Namche Bazaar’da pazar kurulurdu, evin ihtiyaçları için babamla birlikte giderdik. Gitmek kolay, yaklaşık beş yüz metre yükselerek yüklerle birlikte eve dönmek biraz zorlu olurdu. Kışın metrelerce kar yağdığı günlerde, yazın muson yağmurları coştuğunda haftalarca gidemezdik. İlkbaharda nisan, mayıs; sonbaharda eylül, ekim aylarında babam bazen günlerce, haftalarca kaybolurdu. O günlerde bütün işler bana kalırdı. Merak ederdim babamı, ne yapardı, nereye giderdi. Birileri çağırırdı. Babam da “dağlar çağırdı oğlum” der, giderdi. Tanrıların tahtının dağlarda olduğunu bilirdik. Acaba tanrılar mı çağırıyordu aslında. Zaman zaman uzun entarili, turuncu giysileri ile rahipler de giderdi yükseklere ellerinde asaları, sırtlarında çıkınları. Tanrılarla görüşmüş olmanın verdiği mutluluk mu bilmem, döndüğünde yorgun ve bitkin olurdu ama yüzü gülerdi babamın. Evde mahsur kalacağımız gün ve geceler için pazara gider, yiyecek stoklarımızı takviye ederdik birlikte.    

Bir pazartesi günü doğduğum için Dawa adını vermişlerdi. Bir önceki gün doğsam Nima, bir sonraki gün ise Mingma olacaktı adım. Ad koyma geleneği dedelerimizden kalma. Büyük büyük dedemin yüzyıllar önce Tibet’ten geldiği söylenir. Elli, altmış yıl öncesine kadar dağlardan tuz getirerek, hayvancılık yaparak yaşamlarını sürdürürdü atalarım.

Günümüzde dünyaca meşhur Sagarmata Milli Parkı’nın nimetlerinden faydalanıyor, bunu tanrıların bir lütfu olarak görüyoruz. Konuklarımız sayesinde yeni bir ekmek kapısı bulduk. Tanrılar tüm insanları dağlara çağırıyor. Bu davete uyanlar bizim rehberliğimize, misafirperverliğimize ihtiyaç duyuyorlar. Yol gösteriyor, yüklerini taşıyor, arkadaşlık, rehberlik ediyoruz. Çoğunluğu ileri batı ülkelerinden gelen bu insanlar burada mutlu oluyorlar. Onların mutlu dönmeleri için elimizden geleni yapıyoruz. Kendi ülkelerinde ödedikleri hizmet ücretlerine kıyasla bizimki devede kulak kalıyor olmalı ki, yüklüce bahşiş vermeyi ihmal etmiyorlardı.

On sekiz yaşıma girdiğim yıl, nisan ayı başında babam “artık büyüdün, bu yıl benimle gelebilirsin” dedi. Her yıl olduğu gibi babamı çağırdıklarında ben de hazırdım. Çok heyecanlıydım, nereye gidecek, kimlerle karşılaşacaktım. Sabah çok erken kalkıp, akşamdan hazırladığım küçük sırt çantamı aldım. Babamla birlikte önce Namche Bazaar’a oradan asma köprülerden geçerek Phakding yolu ile Lukla’ya vardık. Orada grubun rehberi Jay Ram ile buluştuk. Havaalanı yakınında, havaalanını biraz yüksekten gören bir yerde, babamın bir arkadaşının çay evinde Katmandu’dan gelecek uçağı beklemeye başladık. Yaklaşık bir saat kadar sonra gökyüzünde kartal misali küçük bir uçak göründü. İlk defa uçak görüyordum. İnsanlar nasıl binebiliyordu böyle bir taşıta. Uçak yaklaştıkça büyüdü, gürültüsünü daha fazla duyar olduk. Tekerlekleri açıldı ve piste kondu. Bize en yakın noktadan, gürültüsü kulaklarımızı sağır edercesine geçti. Uzunca bir yolu yavaşlayarak kat etti ve yolun sonundaki dağa gelmeden durdu. İçerisinden onlarca insan indi ve havaalanı binasına yöneldi. Bizim rehberliğini yapacağımız kişiler de bu grubun içerisindeydi. Uçaktan çok sayıda çanta da indirildi ve araçlarla taşındı. Babam Katmandu havaalanına birkaç yüz kişilik uçakların gelip gittiğini söyleyince şaşkınlığım daha da arttı. İçerisinde onlarca insanla nasıl uçabiliyordu. Bir gün onları da görebilmeyi hayal ettim. Binebilir miydim acaba?

Bir süre sonra ikisi orta yaşlı, birisi genç üç erkek çantaları ile geldiler. Jay Ram elindeki isim yazan kâğıtla onları karşıladı. Kalın tabanlı botları, çok cepli pantolonları, renkli kabanları, parmaksız eldivenleri ve şapkaları ile başka bir dünyadan gelmiş gibiydiler. Sıcak bir selamlaşma ile tanıştık. Bizimle tek tek tokalaştılar ve gülen yüzleri ile “Hello” dediler. Bu ilk karşılaşma anında gezimizin güzel geçeceği duygusuna kapıldım. Jay Ram ilk defa bir Türk grubu ile karşılaştığını söyledi. Onlar da çok heyecanlı gözüküyordu, sıcak kanlı insanlardı. Babam ve ben her birinin yaklaşık yirmi kilo kadar ağırlıkta çantalarını alıp bağladık. Babam iki büyük çantayı, ben bir büyük çanta ile babamın ve kendi çantamı aldım. Misafirlerimiz çay ve kahvelerini içtiler, yola çıkmak için sabırsızlanıyorlardı. Minik dükkânların olduğu küçük caddeyi bir solukta geçtik. Bu gece yüksekliğe uyum için Lukla’ya iki saat mesafede, iki bin altı yüz metrede Phakding’de konaklayacaktık. Katmandu’dan bin üç yüz metre yükseklikten gelmişlerdi, “bir günde daha fazla yükselmeleri onlar için tehlikeli olur” demişti babam. Jay Ram konuklarımız ile birlikte yürüyordu. Gideceğimiz pansiyonu biliyorduk, Jay Ram söylemişti bize. Yüklerimizle önden kendi belirlediğimiz hızla gidiyorduk. Onlardan çok önce pansiyona varıp çantaları ayrılan odalarının kapısına bıraktık. Bugün çok yorucu geçmemişti. Akşam yemeği sonrası birlikte çay içtik. Kendi aralarında bir şeyler anlatıp gülüyorlardı. Jay Ram onların sohbetine katılabiliyordu. Babamla ben ingilizce bilmediğimiz için anlamıyor, uzak kalıyorduk. Zaman zaman elime, omuzuma dokunarak bana sıcak davranıyorlardı. Yabancı dil bilmeyi o gün çok istedim ve daha sonraki günlerde mutlaka öğrenmem gerektiğini anladım.

Ertesi gün, patikada yükselerek Jorsalle’ye vardık. Yol üstünde bir kahvede nefeslendik, çaylarımızı içtik. Yükseklere giden ve dönen çok sayıda konuk vardı. Derin vadileri, kenarlarında dua bayraklarının uçuştuğu asma köprüleri geçtik. Ara ara yük taşıyan yak sürüleri ile karşılaştık. Asma köprülerde yak sürüleri geçsin diye bekledik. Etrafta görülen altı bin metrelik Kusum Kanguru ve yedi binlik Kyashar dorukları konuklarımızı çok şaşırttı. Konuklarımızdan birinin “dağ mevhumum değişti” dediğini Jay Ram söyledi. Akşama doğru Namche Bazaar’a ulaştık. Burası bizim çok iyi bildiğimiz bir kasabaydı. Pansiyonumuza yerleştikten sonra konuklarımızla birlikte buradaki dağcılık malzemesi satan mağazaları gezdik. Üç bin beş yüz metredeki bu küçük kasabadaki malzemelerin bolluğuna şaşırdılar. Akşama doğru pazar yerlerini gezdik. Yaklarla Tibet’ten getirilmiş eşyalar çok ilgilerini çekti. Akşam yemeği ve çay muhabbeti sonrası odalarına çekildiler. Ertesi sabah kahvaltıda bütün yorgunluklarına rağmen sık sık uyandıklarını bu nedenle iyi uyuyamadıklarını söylediklerini iletti Jay Ram. Bu nedenle burada iki gece konaklama planı yapmıştı rehberimiz. İstirahat günümüzde Namche’den biraz yükselip yedi bin metrelik Kangtega Dağı’nı uzaktan görüp dönecektik. Bu kısa gezide konuklarımız bol bol fotoğraf çekti. Bir başka yabancı konuk ise kara kalem resim çiziyordu. Günün kalan kısmını kasabada gezerek ve istirahat ederek geçirdik. 

Bir sonraki gün Khumjung ve Kunde yakınından geçerek dört binlerde Tengboche’ye vardık. Burada bulunan ünlü manastıra defalarca gelmiştim. Yukarısını bilmiyordum. Bu defa öğrenecektim. Konuklarımız bize çok iyi davranıyor, ülkelerinden getirdikleri yiyeceklerden veriyorlardı. Özellikle içi küçük taneli, tatlımı tatlı, bir lokmalık kurutulmuş meyvelerini çok sevdim. İkiye ayırıp içine ceviz parçaları koyup adına bomba diyorlardı. Günde en az iki üç tane yiyorduk. Akşam yemeği sonrası bir ara konuklarımızı kaybettik. Kısa bir arama sonrası yüksek duvarlı pansiyonumuz dışında, Tengboche meydanında ay ışığı altında sohbet ederlerken bulduk onları. Rehberimiz Jay Ram uyardı; çevrede kar leoparları olabilirdi.

Sonraki günlerde muhteşem Ama Dablam görüntüleri eşliğinde, Dingboche ve Lobuche’de konaklayarak Gorak Shep’e ulaştık. Artık beş bin metredeydik. Misafirlerimizin amacı Everest’te gün batımı izlemekti. Yüklerimizi pansiyonda bırakıp Kala Patthar’a yöneldik. Burası doğu yönünde Everest’i gören beş bin altı yüz elli metre yükseklikte, doğa yürüyüşçülerinin hedefi olan, çok ünlü bir tepeydi. Şanslılardı, muhteşem bir gün batımı oldu.   Beyaz giysili Lhotse ve Nuptshe yanında, siyah kütlesi ile Everest pembeden kırmızıya boyanırken yaklaşık elli kişi nefeslerini tutmuş, adeta büyülenmişlerdi. Biz de kutsal Chomolungma karşısında olduğumuz için duacıydık Buda’ya. Hemen arkamızda heybetli görüntüsü ile yedi bin metrelik Pumori sanki denge için vardı. Gün batımı sonrası misafirlerimizle Gorak Shep’deki pansiyonumuza döndük. Yak ahırından bozma, tahta sedirler üzerinde, uyku tulumlarımızda, yan yana uzanarak, bolca horlamalı bir gece geçirdik. Ertesi gün buzul üzerinden, çatlaklar kenarında, patikalardan Everest Ana Kampa yürüdük. Burada daha yükseklere gitmek için hazırlanan dağcıları gördük, tanıştık. Dönüş yolunda küçük bir değişiklikle Tengboche sonrası Kumjung ve Kunde üzerinden Namche Bazaar’a döndük. Burada okulum Edmund Hillary School’u ziyaret ettik. Lukla’ya döndüğümüzde on üç gün geçmişti. Kilo kaybetmelerine rağmen, çok memnunlardı. Bize yüklüce bahşiş verdiler, biz de mutlu olduk. Bizi kucakladılar. On üç gün önce merakla beklediğimiz çay evinde dostça uğurladık onları. Havaalanından uçağa binerlerken de el salladık karşılıklı. Uçak pistin bittiği dağ kıyısından hızlanmaya başladı ve pist sonunda başlayan uçuruma varmadan tekerlekleri yerden kesildi. Kısa bir süre sonra derin vadinin yükseklerindeydi. Karşı dağa varmadan sola kıvrılarak gözden kayboldu. Dostlarımız güzel anılarla ülkelerine döndüler.

Burada bir gece konaklayıp ertesi günü gelecek misafirlerimizle buluşacak ve aynı yolu tekrar yürüyecektik. Bu defa bir Avrupa ülkesinden gelen kadın, erkek karışık on kişilik kalabalık bir misafir grubumuz vardı. Rehber dışında beş şerpa idik. Bizimle hiç muhatap olmadılar, biz sadece yüklerini taşıdık. Sürekli onların önünde yürüdük. Döndüğümüzde yine memnundular ve bahşişimizi eksik etmediler, ama bu defa kucaklaşma yaşamadık. Artık dağ rehberi olmak için adaydım. Bu ikinci tur sonrası babam “sen eve dön oğlum, ilk sefer için yeterli” dedi. Bu sezon benim için bitmişti. Babam yeni gelecek ve dağlara tırmanacak bir gruba rehberlik edecekti. Merak ediyordum nasıl olduğunu. Neden buralara gelip bunca zorluğa katlanarak dağlara tırmanırlardı?

Yaz döneminde babam Namche Bazaar’da bir oda kiralayarak beni burada açılan dağ rehberliği kursuna yazdırdı. Muson yağmurları sürerken kursa devam ettim, ingilizce öğrenmeye başladım. Sonbahar döneminde babamla birlikte bu defa üç kez Lukla’dan Everest Ana Kampa yürüdüm. Öğrendiklerimi uygulamaya başladım. Konuklarımızla yarım yamalak olsa da konuşmaya başladım. Sezon sonrası kış döneminde kursa devam ettim. Bir sonraki baharda babamdan ayrı, farklı yerlere gitmeye başladım. Bunu babam istemişti. “Bir şerpa bütün dağlarımızı tanımalı, bilmeli” demişti.

Yıllar yılları kovaladı, artık ingilizce biliyordum. Everest Ana Kampa, Gokyo Gölleri’ne defalarca, Annapurna ve Upper Mustang bölgelerini de yürümüştüm. Babamın da bağlı olduğu Katmandu’da bir firmanın lisanslı rehberiydim.

Otuzlu yaşlara merdiven dayadığımda, Manisha ile evlendim. Mahallemizin kızı idi, okul yıllarından beri iyi anlaşıyorduk. Dünya tatlısı bir kızım oldu. Adını Sushma koyduk. Hızlı nefes alıp vermesi, dudak çevresinde morarmalar, annesini emerken çabuk yorulması bizi endişelendirdi. Namche Bazaar’da bir doktor vardı, ona gittik, gösterdik. “Kalbinde problem olabilir, Katmadu’ya gitmeniz gerek” dedi. Dünya başımıza yıkıldı adeta, çaresiz ve imkânsızdık. Sezon sonrasını iple çektik. Namche’den Lukla Katmandu uçak biletimizi aldık. Kızım ve eşimle Lukla’ya yürüdük. Yükleri ben; kızımızı eşim taşıyordu. Lukla’ya vardığımızda yine aynı çay evinde beklemeye başladık. Vakit yaklaşınca havaalanına girdik, işlemlerimiz sonrası bekleme salonundaydık. Eşim de ilk defa binecekti uçağa, ama hiç tedirgin değildik. Kızımız için her şeyi yapardık. Uçağa bindiğimizde adının hostes olduğunu öğrendiğimiz görevli kız, bize kulaklarımızı tıkamak için birer parça pamuk ve sakız verdi. Çiğnersek iyi gelirmiş. Kemerlerimizi bağlamamız söylendi. Gürültü ve sarsıntı ile heyecanla koşturduk ve havadaydık. Dağları hep yüksekte görürdük, bu defa hepsi aşağılarda bir yerlerdeydi. Şaşkındık, koltuğumuza yapışmış gibiydik. Kartalların bizimle birlikte uçtuğunu gördük. Vadi kenarlarına sıralanmış köy ve kasabalar ufacık görünüyordu. Zaman zaman bulutların içine girip çıkıyorduk. Katmandu’yu uzaktan gördük. Ne kadar çok ev vardı. Havaalanına indiğimizde uzaktan; babamın söylediği kocaman kocaman uçakları gördüm. Onların nasıl havalanıp uçabildiklerine hiç aklım ermedi. Havaalanından çıktığımızda otomobilleri gördüm. Babam anlatmıştı, onları da ilk defa görüyordum. Ne çok insan vardı etrafta. Birilerine sorarak hastaneyi bulabildik. Derdimizi anlatıp randevu aldık. Doktor tetkikler sonrası kalbinde delik var, ameliyat olması gerekebilir, dedi. Bir pansiyon bulup orada kaldık. Ameliyat acil değildi, bekleyecektik. Belki büyüdükçe kalpteki delik kapanabilirdi. Ertesi gün tekrar uçakla Lukla’ya döndük. Bu defa uçtuğumuzun daha farkındaydık. Defalarda yürüdüğüm Lukla Namche yolunu eşim ve kızımla yürüdüm. Yeni sezonu sabırsızlıkla beklemeye, kızım için her gün dua etmeye başladım. Daha çok para kazanmam gerekiyordu. Babama yeni sezonda yüksek irtifa rehberliği yapmak istediğimi, firma ile konuşmasını söyledim.

Dağlar çağırdığında bir kez daha Lukla’daydım. Bu defa gelen sekiz kişilik bir ekipti. Biz on kişi idik. Ekibimizde aşçılar da vardı. Çadırlar, mutfak malzemeleri, tüpler taşınacaktı. Beş adet yak yük taşımada bize destek olacaktı. Her akşam çadırlar kurulacak, yemek hazırlanacak, sabah kahvaltı sonrası çadırlar sökülüp yüklenecekti. Öğle yemeği için kumanya hazırlanacaktı. Daha önce konakladığımız kasaba ve köyler yakınında çadır alanlarında konaklıyorduk. Kullanma ve içme suyu temini dışında hiçbir şeye ihtiyacımız yoktu. İçme suyunu arıtarak elde ediyorduk. Bizim arıtmaya ihtiyacımız yoktu ama farklı coğrafyalardan gelen konuklarımız için bizim suyumuz güvenli olmayabilirdi. Yedinci günde Everest Ana Kampa vardık. Buraya büyük bir mutfak çadırı, hemen yakınına konaklama çadırlarını kurup yerleştik. Rahiplerce düzenlenen törenlere katıldık. Tanrıların izni olmadan doruklara ulaşmak mümkün değildi. Sonraki günlerde Kampa gelen tüm ekiplerce oluşturulan şerpa grupları ile dağ yollarında buzul çatlaklarına merdiven döşedik, tırmanış noktalarında kaya ve buz duvarlarında boltları ve halatları yenileme işleri yaptık. Ara kamplara çadır ve yiyecek taşıdık. Buzul çatlaklarına düşmek, onlarca metre yükseklikteki buz kulelerinin arasından geçmek gibi tehlikelerle karşı karşıya kaldık. Gündüz ve güneşli günlerde aşırı sıcak ve yüksek ultraviyole ışınları, geceleri eksi otuz derecelere varan soğukla boğuştuk. Bu koşullarda bizim giysilerimizle yaşayabilmemiz mümkün değildi. Dağcılar bizim için de gerekli giysi ve aletleri sağlamış, sigortamızı yaptırmışlardı. İlk defa giydiğim bu giysilerin ne kadar konforlu olduğunu yaşayarak öğrendim. Hem ısıtıyor hem de nefes alabildikleri için terletmiyorlardı. Dağcılar da yüksekliğe uyum için bizimle ara kamplara geldiler. Bir gece konaklayıp geri döndüler. Bir sonraki defa bir üst kampa gittiler. Farklı yüksekliklerde dört ara kamp kurmuştuk. Günlerce yükseğe uyum antrenmanları yapıldı ve uygun hava gözlendi. Hava tahminleri uygundu. Ertesi sabah saat 01:00 gibi uyanıp dört dağcı ve dört şerpa dağ yoluna düştük. Onlarca dağcı yer yer kuyruk oluşturmuştu. Zorlu bir tırmanış sonrası öğleye varmadan dünyanın en yüksek noktasındaydık. Tenzing Norgay gibi bayraklı kazmalarımızı havaya kaldırarak kutladık. Kızım için, diye bağırdım sesimin yettiği kadar. Yıllardır uzaktan baktığım, hikâyelerini dinlediğim yerdeydim. Tibet tarafından gelen dağcılar, rehberler de oradaydı. Sevincimizi onlarla paylaştık. Dünyanın en yükseğinde, tanrıların tahtında olmanın mutluluğunu kısa süreliğine olsa da yaşadık. Bize izin verdikleri için tanrılara dua ettik. Göğsümde getirdiğim, üzerinde dualar yazılı rengârenk bayrakları bağladık zirve direğine. Dönüş yolunda hava aydınlanmıştı. Etrafta dağcı cesetlerine rastladık. Mumyalanmış gibi duruyorlardı. Yıllarca da öyle kalacaklardı. Ekibimizin diğer yarısı da ertesi gün tırmandı. Ara kampları toplayarak Everest Ana Kampa ve Lukla’ya döndük. Bu defa kazandığım ücret ve bahşiş diğerlerinden çok farklı idi. Önemli bir kısmını kızım için ayırdım. Sonraki aylarda kontrol için tekrar Katmandu’ya gittik. Sorunun giderek azalması ve ameliyat ihtimalinin yok olması eşimi ve beni çok mutlu etti. Ameliyat için ayırdığım paranın üzerine her sezon biraz daha koyarak kızımın tahsili için bir kenarda unuttum. Defalarca Everest’te bulundum. Artık benim de anlatacak hikâyelerim vardı. Babam benimle gurur duydu, onun da hayallerini gerçekleştirdim. Artık yaşlandığı için taşıma işini bıraktı. Dağların çağrısını ben duyuyorum. Kızım serpildi, artık annesine yardım ediyor. Bir de oğlum oldu. Adını cumartesi doğduğu için Pemba koyduk. Pemba Sherwa dağları öğrenecek ama tahsilinden geri kalmayacak. Arkasında ben olacaktım, dizlerim ve ömrüm yettikçe…

3110
Yorumlar
  • avatar
    Zeyni Atmaca
    6 May 2022

    Sherpaların hayatı bütün ayrıntılarıyla ortaya konmuş. Kalemine sağlık.

  • avatar
    Ümit Evran
    9 Jul 2021

    Çok heyecan verici. Teşekkürler.

  • avatar
    Berrin Cerrahoğlu
    9 Jul 2021

    Şerpaları hep çok merak etmişimdir. Çok güzel anlatmışsınız. Oraları bilmediğimden harita ile iki kez okudum. Çok teşekkürler..

  • avatar
    Mustafa ERTAN
    30 Jun 2021

    Müthiş güzel bir yazı ve harika fotoğraflar. Çok teşekkürler.

  • avatar
    Nihani Bayındır
    30 Jun 2021

    Çok güzel yazı, çok beğendim, eline sağlık.

  • avatar
    Necati Yalcin
    30 Jun 2021

    Yazıda ne yok ki? Çocukluk aşkı, evlilik, evlat sevgisi, yabancı dilin önemi, dağ, gezi, bahişler, hüzün ve mutluluk... Türk olmanın gururunu da yaşamak mümkün. Kaleminize sağlık.

  • avatar
    İbrahim Berksoy
    30 Jun 2021

    Çok güzel bir yazı... Ne güzel bir aile hikâyesi...Yazı her satırıyla o görkemli yalçın dağları, tepeleri, yağmuru yaşı, karı boranı, baharı yazı içimizin derinliklerine kadar hissettiriyor...Bu güzel yazıyı okudum, mutlu oldum...

  • avatar
    Ahmet Rüştü Hatipoğlu
    30 Jun 2021

    Sevgili Ahmet, Çok keyifle okudum... Her satırda ben de oralara koştum... Bu Dawa Tunç'un Dawa Sherpa'sı mı? Yoksa kurgu mu? Kalemine sağlık...

Yorum yap


AHMET BOZKURT
Diğer yazıları
TANRILARIN TAHTINA YOLCULUK 1: NEPAL 28.01.2020 tarihinde yayınlandı ve 3173 kez okundu.
TANRILARIN TAHTINA YOLCULUK 2: NEPAL 28.01.2020 tarihinde yayınlandı ve 2935 kez okundu.
MANGAL DAĞI'NDA... 22.08.2020 tarihinde yayınlandı ve 4434 kez okundu.
PAPARAZİ 28.02.2022 tarihinde yayınlandı ve 3391 kez okundu.