GEZGİN, EDWİN JOHN DAVİS’İN ŞAHMERAN’I…
29.12.2020İskenderiye’deki bir İngiliz Okulu ve askeri birliğinde piskopos olarak görev yapmakta olan Edwin John Davis, arkadaşları M. Ancketil ve Dr. Neroutsos ile birlikte, 11 Nisan 1875’de, Adana’ya gelir. Edwin John Davis, Port Said, Yafa, Sayda, Trablus ve İskenderun üzerinden Mersin’e ulaşır. Adana ve Osmaniye’den Maraş’a gelen Davis ve arkadaşları, Kozan ve Adana yolunu izleyerek Gülek Boğazı, Pozantı, Ulukışla, Ereğli ve Karaman’a varır. Buradan Mut, Ermenek ve Hadim’i gezer, daha sonra yeniden Karaman’a döner. Bolkar Dağları’nı aşarak Mersin ve Adana’ya gelir, oradan İskenderiye’ye döner.
Edwin John Davis, (1821- 1901), din adamlığı yanında güzel sanatlar üzerine master yapmış, aynı zamanda Türk atasözlerini toplayarak kitap olarak yayınlanmasını sağlamıştır. Ancak asıl ününü, anılan seyahatin kitap olarak basılmasıyla kazanmıştır. “Life in Asiatic Turkey a Journal of Travel in Cilicia (Pedias and Trochoea), İsauria and Parts of Lycaonia and Cappadocia” adını taşıyan eser, Londra’da, Edward Stanford yayınevi tarafından, 1879’da yayınlanır.
Anadolu’nun güneyini ve yukarıda özetlenen yerleri gezen Davis ve arkadaşları, Adana ve çevresiyle ilgili ayrıntılı aynı zamanda ilginç bilgileri aktarır. Bunlardan bir tanesi de Şahmeran’la ilgili olanıdır. Camili Köyü’ne gittiği zaman akıllı ve uyanık biri olarak ifade ettiği bir Türk’ten dinlediği Yılan Kalesi üzerinden Şahmeran efsanesini özetler. Şahmeran, bilinen efsanelere benzerlik göstermesine, başka bir ifadeyle diğerlerini çağrıştırmasına karşılık, son derece fantastik bir anlatıma sahiptir.
Edwin John Davis, Misis’ten Yılan Kale’ye giderken yol üzerinde bulunan, günümüzde Çaldağı adı verilen Camili Köyü’nde konaklar. Camili Köyü adının, beyaz badanalı minaresinin kilometrelerce uzaktan göze çarpan camisinden aldığını vurgular. Hikaye’ye göre, burada yaşayan köylülerden, olağan vergiler talep edilir. Ancak köylüler, söz konusu vergiyi ödeyemeyeceklerini fakat vergi yerine cami yaptırabileceklerini dile getirirler. Dönemin yönetimi de uygun görünce cami inşaatına başlanır ve böylece, Camili Köyü ortaya çıkar. Davis, anlattığı Şahmeran efsanesini, bu köyde yaşayan ve zeki görünümlü bir kişiden dinlediğini ifade eder. Anlatıcının, efsaneye gerçekten inandığını vurgulamaktan da geri kalmaz…
Bir zamanlar, çok uzun zaman önce, Şahmeran, herkesin bildiği gibi yılanların kralı, meclisini yani halkını, Yılan Kalesi’nde topladı. Padişah gibi, halkını yönetmeye başladı. Başı ve gövdesi, beline kadar insan ama aşağısı yılan şeklinde, tamamen kuyruktu.
Tarsus’ta, cüzzamdan acı içinde yaşayan ve tedavi edilmeyi bekleyen bir kral yaşıyordu. Yanında, çok akıllı sayılabilecek bir Yahudi vardı. Yahudi, Kral’a, Şahmeran’dan söz eder.
Şahmeran yakalanıp kuyruğu kesildiği takdirde, elde edilecek yağın, cüzzamını tedavi edeceğini, söyler. Şahmeran’ı yakalamak içinse, iki omuzları arasında siyah bir işaret olan bir kişinin, muhtemelen bir çobanın bulunması gerektiğini dile getirir. Çünkü Çoban, Yılan Kalesi’nde, Şahmeran’ın nerede olduğunu bilmektedir. Kral, tedavi olabileceği ihtimali ile neşesi yerine gelir ve omuzları arasında siyah işareti olan kişinin bulunabilmesi için halk hamamına gelen herkesin izlenmesi talimatını verir.
Çok akıllı ve geleceğe dair öngörüleri olan Şahmeran, Çobanı çağırtır. Tarsus’ta olup biten her şeyi, Yahudi’nin Kral’a verdiği tavsiyeyi, kendisinin yakalanması konusunda verilen gizli talimatı bildiğini Çoban’a anlatır. Yahudi’nin, kendisini bulduğu takdirde, benim nerede olduğumu söylemeye zorlayacağını, nerede olduğumu söylemeyeceğine dair söz vermesini, ister. Çoban, söylemeyeceğine dair söz verir hatta bulunmamasını sağlamak üzere Tarsus’tan ayrılır; evini, yurdunu terk eder.
Aradan yedi yıl geçer. Konunun unutulduğunu düşünerek Tarsus’a gelir. Halk hamamına gider. Yahudi, araştırmasından ve gözetlemesinden asla vazgeçmemiştir. Çoban’ı ve sırtındaki siyah lekeyi hemen fark eder. Çoban’ı, Şahmeran’ın yerini göstermezse öldüreceği tehdidiyle Kral’a götürür. Çoban, korkusundan söylemeye razı olur ve Kral başta olmak üzere Yahudi ve Tarsus halkını da yanına alarak Yılan Kalesi’ne götürür.
Olup bitenleri bilen ve öncesinden haberi olan Şahmeran, direnemez ancak Çoban’ı kenara çekerek şunları söyler. “Kimse olacaklardan, alnına yazılanlardan kaçamaz. Senin, yerimi söylemekten kaçamayacağını biliyordum çünkü aksi takdirde seni öldüreceklerdi. Beni götürmelerine izin vereceğim; halkıma, kimseye zarar vermemeleri konusunda emir verdim. Beni öldürdüklerinde, belimden aşağıdaki yılan bölümüm kaynatılıp içildiğinde Kral iyileşecek. Baş kısmım tamamen zehir. Yahudi, başımı kaynatacak ve çorba olarak sana verecek. Başımdan belime kadar olan gövdem kaynatıldığında ise onu içen büyük bir doktor olacak. Onu da kendisi içecek. Yahudi görmeden sen o kaseleri değiştirmeyi başarmalısın” dedi.
Şahmeran, öldürülmesine izin verdi. Kuyruğunun yağı Kral’ın cüzzamını tedavi etti. Yahudi, Şahmeran’ın başını ve gövdesini ayrı ayrı kaplarda kaynatarak, çorbaları kaselere koydu. Baş kısımdan yaptığı çorbayı Çoban’ın, gövdeden yaptığı çorbayı da kendi önüne koydu. Çoban, Şahmeran’ın söylediklerini unutmamıştı. Yahudi’yi, Tarsus’un güzel bahçelerine yöneltmek suretiyle çorbaların yerini değiştirmeyi başardı. Yahudi, aniden ve heyecanlı bir biçimde dönerek, “haydi içelim, haydi içelim!” dedi. Birlikte içtiler. Yahudi, olduğu yere yığılıp kaldı ve öldü.
Çoban, kısa bir süre sonra asıl mekanına, dağlara dönüş yaptı. Bitkiler ve çiçekler, onu şaşırtacak ölçüde yanlarına çağırmaya, kulağına tüm erdemlerini, meziyetlerini anlatmaya başladılar. Hangi çiçek, hangi hastalığa; hangi bitki, hangi derde deva olacak tek tek fısıldar hale geldiler. Ancak Çoban, okuma yazma bilmemektedir. Çoban, anlatılan ve söylenenleri hızlıca not alabilecek, okuryazar birini bulmak zorunda kaldı. Ancak, sırlarını ifşa etmek için birbirleriyle yarışan bitkiler, çiçekler o kadar hızlı söylüyorlardı ki tüm anlatılanları not etmek mümkün olamadı.
Günün birinde, çok güzel ve alımlı bir çiçek, özünün bir damlasının neredeyse boğazı sıkılarak öldürülmüş birini hayata döndüreceğini, söyledi. Çoban, bu sırrın değerinin farkına çoktan varmıştı bile. Onu denemeye karar verdi. Söylenene uygun şekilde özü hazırladı. Kendisini boğmak için ipi buldu. İpi sıkılaştırdı. Yarı boğulmuşken özün içinde olduğu kaseye dudaklarını daldırdı. Yazık ki tam o sırada şeytan eline vurup kaseyi düşürdü. Böylece Çoban, boğularak öldü. Geriye, doğaya yayılmış tüm bitkilerin ve çiçeklerin sırlarını not alan yazıcı kalmıştı. O da, önceden söylendiği üzere büyük bir doktor oldu. Kim bilir, belki de o doktor, Lokman Hekim’di. Belki de, Tarsus’lu Dioscorides! Kim bilir?...
Yorum yap