TANRILARIN TAHTINA YOLCULUK 1: NEPAL
28.01.20201998 yılında temel fotoğraf eğitimi alarak daha bilinçli fotoğraf çekmeye ve hemen fotoğraf gezilerine başladım. Bu sayede gezgin ruhum iyice açığa çıktı. Kendimi, önce güzel ülkemin kırlarında, yaylalarında sonra yükselerek dağlarında buldum ve bu güzellikleri fotoğraflarla belgeleyerek paylaştım. Doğa fotoğrafına ilgi duyduğum için daha çok doğada bulundum, bilgi ve tecrübemi artırmak için dağcılık eğitimi aldım. Dağ merakım giderek arttı ve Himalayaları hayal etmeye başladım. Bu merakın oluşmasında ülkemizin son yıllarda en aktif yüksek irtifa dağcılarından Tunç Fındık’ın fotoğraf gösterilerinin, sohbetlerinin etkisi büyük oldu. Yüksek irtifa dağcılarının Everest tırmanışına başladığı 5450 m’deki Ana Kampa kadar gidebilirdim. İnternet ortamında Nepal seyahat yazılarına rastladığım gezgin Emre Ayan’a yazdığım emektuplara aldığım cevaplar beni yüreklendirdi. Benim gibi doğa yürüyüşleri yapan çevremdeki fotoğrafçılardan oralara giden kimse olmamıştı. Hayalimi bir arkadaşımla paylaştım, onun ve Hacettepe Dağcılık Kulübü’nden bir arkadaşımızın katılımıyla üç kişi olduk.
O sıralarda ülkemizde yeni yeni gelişen internet ortamında araştırma yaparak rotamızı belirledik ve 2003 yılı Ekim ayında yola çıktık. Okuduklarımdan dünyanın en ünlü rotasının Everest Ana Kamp rotası olduğunu öğrenmiştim. Binlerce kişi Lukla’dan başlayıp günlerce yürüyerek Everest Ana Kampına ulaşıyor ve geri dönüyordu. On üç gün süren ve çoğunlukla yüksek irtifada altı yedi bin metre yükseklikteki dağlar arasında derin vadilerde ve sırtlardaki zorlu doğa yürüyüşü dağ mefhumumuzu değiştirmişti. Altı bin metrenin altındaki dağların adı bile yoktu, çünkü onlar diğerlerinin yanında birer tepeydi ve tepelerin adı olmasa da olurdu. On üç günün sonunda arkadaşım “Ben bir daha böyle bir şey yapmam” dedi. Yeterli beslenememiş, aşırı bedensel güç harcamış, altı yedi kilo kaybetmiştik. “Bu kararı vermek için henüz çok erken, bırak biraz zaman geçsin” dedim. Yaşadıklarımızın demlenmesi, kendimize bakmamız gerekiyordu. Bütün yaşadıklarımızı güzel anılar olarak hatırlayacağımızdan emindim.
Tanrıların tahtına yaptığımız bu sıra dışı yolculuk elbet kolay değildi. Adına yakışır olmalı, torunlarımıza anlatacağımız hikâyelerle dönmeliydik.
Budistler tanrıların zirvelerde oturduğuna inanıyor. Bu nedenle zirveler tanrıların tahtı olarak değerlendiriliyor. Dağcılar zirveyi denemeden önce Budist rahiplerin törenlerine katılıyor ve kutsanıyor, bir tür izin alıyor. Çok sık olmasa da rahiplerin dağlara doğru gittiğine şahit oldum. Bizim dağlara doğru yürüyüşümüz de tanrıların tahtına doğru bir yolculuktu, belki de kendi içimize doğru…
Nepal, ilk gidişimde doğası, kültürü ve insanlarıyla beni büyüledi. Bir gün mutlaka tekrar oraya geleceğime inanarak anılarım ve fotoğraflarımla birlikte geri döndüm. İlk Nepal seyahatimde dünyanın en güzel rotalarından birinin Annapurna rotası olduğunu öğrenmiştim. Bir sonraki rotam bu olabilirdi. Bu hayalimi de 2005 yılı Mayıs ayında üç arkadaşımla birlikte gerçekleştirdim.
Bölgeye adını veren Annapurna I, 8091 metrelik zirvesiyle sekiz bin metrenin üzerindeki zirvelerin onuncusu, bölgenin en yüksek dağlarından biri. Çevresinde Annapurna II, III, IV ve zirvesine henüz hiçbir dağcının tırmanmayı başaramadığı 6993 m yüksekliğiyle muhteşem Machapuchare (diğer adıyla Fish Tail), Manaslu, Himalchuli, Dhaulagiri I, II, III, IV, V ve VI, Tukuche, Nilgiri zirveleri yükseliyor. Bütün bu zirvelerin büyük kısmı Ghorepani yakınlarındaki 3210 m yükseklikteki Poon Hill Tepesi’nden görülebiliyor ve sabahın ilk ışıklarıyla manzara inanılmaz bir şölene dönüşüyor. Dünyanın birçok ülkesinden yüzlerce doğasever bu şöleni izlemek üzere uygun sezonda, gün doğumunda burada oluyor. Annapurna, Nepal dilinde tahıl ambarı anlamına geliyor. Çok karlı zirvelerin vadilerinden güçlü nehirler akıyor. Vadi boylarındaki ekilebilir alanlar sınırlı ama verimli. Köy ve kasabalar bu nehirlerin kıyısında veya yamaçlarda sıralanmış.
Annapurna bölgesinde altı günle yirmi gün arasında değişik zorlukta sekiz ayrı doğa yürüyüşü rotası var. Biz, tüm bu rotaları birleştirerek dairesel bir rota çizmeyi ve dairenin yarıçapı boyunca içeri doğru ilerleyerek Annapurna Ana Kamp rotasını da izlemeyi planladık ve gerçekleştirdik. Yirmi üç gün süren ve yaklaşık 420 km yürümeyi gerektiren bir rotaydı bu. Katmandu’dan beş altı saat süren otobüs yolculuğunun sonunda, yürüyüşe 800 metre yükseklikteki Besisahar’dan başlayıp Marshyangdi Nehri boyunca Thorong La geçidinde 5415 m’ye kadar ulaştık. Dhaulagiri zirvelerine paralel akan Kali Gandaki Nehri boyunca inen, Poon Hill’den sonra, tekrar yükselerek 4500 m’deki Annapurna Ana Kampına ulaştık. 900 m’de bulunan Pokhara Gölü’ne inen epey uzun ve zorlu bir rota çıktı ortaya.
Zaman zaman birlikte yürüdüğümüz Amerikalı bir gezgin gruba planladığımız rotadan bahsedince “Ölürsünüz” demişlerdi. Şükürler olsun oradan hayalimizi gerçekleştirmiş olmanın mutluluğuyla sağ salim döndük. Hatta bir gün yine Nepal’e gidip başka bir rotada yürümeyi hayal ederek yaşıyoruz. Bu yürüyüşümüz, elbette zorluydu, yorucuydu, kilolarımızın bir kısmını orada bırakmıştık. Günlerce doğayla baş başa olmanın tadını aldıktan sonra şehir hayatına nasıl alışacağımızı düşünüyorduk. Her şey mükemmeldi. Nepal’in en az ve en çok yağış alan bölgelerinden geçmiştik. Dağlar arasında çölü yaşarken, birkaç gün sonra bardaktan boşanırcasına yağan yağmurlara yakalanmış, sonra karlı zirveler arasında buzul üzerinden yürümüştük. Bu kadar değişken iklim koşullarına ve yüksekliğe uyum sağlamakta zaman zaman zorlanmış fakat her günü yaşadıkça, başardıkça daha güçlü olduğumuzu hissederek moral depolamıştık.
Devamı 2ci bölümde…
Yorum yap