TUNCA KIYISINDA TARİHİN AKIŞI
13.12.2020Anadolu’daki Türk Beyliklerinden Osmanlı, 1361’de topraklarına Edirne’yi katmış ve bir Avrupa İmparatorluğu yolculuğunu başlatmıştır. Bu tarihten 1453 yılına kadar İmparatorluğun başkenti olan Edirne’de elbette padişah sarayları yapılmalıydı. İki önemli saray inşa edildi; Eski Saray (Saray- ı Atik) ve Yeni Saray (Saray-ı Cedîd-i Âmire). Selimiye Külliyesi’nin hemen yakınına Eski Saray, ancak zamanla mevcut sarayın ihtiyacı karşılayamaması üzerine Edirne’nin Sarayiçi olarak adlandırılan, Tunca Nehri’nin batısında, II. Murad’ın saltanatının son yıllarında Yeni Saray inşa edildi. 19. yüzyıl sonlarına kadar yoğun bir kullanıma sahne olan ve pek çok tarihi olaya tanıklık eden Yeni Saray, İmparatorluğun her döneminde ilave ve onarımlarla devasa hale getirildi.
Tunca Köprüsü ve Meriç Köprüsü
1608-1615 yılları arasında Sultanahmet Cami'nin de mimarı Sedefkâr Mehmet Ağa tarafından yapılan Tunca köprüsünün 11 ayağı, 10 kemeri ve üzerinde kitabe köşkü bulunmaktadır. Köprünün kitabesinde ve kitabe köşkünde, ülkemizde şaşırtıcı ve az rastlanır bir durum olmayan sanat eserlerine verilen zarardan burası da nasibini almıştır. Ne yazık ki sanat eserlerinin başta ülke ve insanlık için önemini anlamayan kişiler, "Adımı tarihe yazdıramıyorum, o vakit tarihin üzerine ben adımı yazayım" şiarıyla hareket etmektedir."
Parke taşlı yolda birkaç yüz metre yürüdükten sonra yeni bir nehir ve yeni köprüye Meriç Nehri ve Meriç Köprüsüne ulaşıyoruz. Köprü üstündeki kitabe köşkünde 1842-1847 yılları arasında Sultan Abdülmecid döneminde inşa edildiği, 253 metre boyunda 13 ayaküzeri ve 12 kemerli olduğu yazılıdır. Köprünün Karaağaç tarafında eski gümrük binası görülmekte. Karaağaç'a doğru ağaçlı güzel bir yolda devam edince değişik tür çeşit kuş seslerinin oluşturduğu orkestra eşliğinde Edirne Kent Ormanına ulaşıyoruz.
Jandarma Şehitliği, Karaağaç, Lozan Anıtı ve Müzesi
Sonra 1912-1913 Balkan Savaşında şehit düşen jandarmaların hatırası için yapılmış Jandarma Şehitleri Anıtı'na ulaşıyor, vatan uğruna canlarını feda edenlerin aziz hatıraları önünde saygı ile eğiliyoruz. Şehitlikten sonra Karaağaç'a varıyoruz. Lozan Antlaşmasının maddelerinin birine konu olan Karaağaç; az katlı tarihi evleri, Arnavut kaldırımlı yolları ile sımsıcak bir mahalle. Devamında bir zamanlar ülkemizin Avrupa’ya açılan en önemli kapısı, ülkemiz demiryolları yapılarının en güzeli, 1914’de Mimar Kemalettin'in Şark Demiryolları Şirketi için tasarladığı dört gar (Edirne, Filibe Selanik ve Sofya Garı) binasından birisi olan Eski Edirne Tren Garına ulaşıyoruz. Neo-Klasik üslupla yapılmış bu güzel yapı, üç katlı ve dikdörtgen planlıdır. Savaş sonrası tren yolu güzergâhının değiştirilmesinden dolayı kullanılmamaktadır. 1974 Kıbrıs olayları döneminde kısa bir süre ileri karakol vazifesi gören gar, 1977 yılında Trakya Üniversitesine bırakılmıştır.
Garın arkasında Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun Batının Emperyalist güçleri tarafından tanındığı Lozan Konferansı anısına 1998 yılında yapılan, kompozisyonunda barış teması işlenmiş Lozan Anıtı ve Lozan denilince akla ilk gelen isim olan İsmet İnönü ile ilgili bilgi ve belgelerden oluşan bir müze bulunmaktadır.
II. BEYAZID CAMİSİ VE KÜLLİYESİ (II. BEYAZID KOMPLEKSİ)
Efsaneye göre II. Beyazıt (Beyazıd-i Veli) Boğdan seferine çıkarken Edirne'ye geldiğinde savaşı kazanması halinde Tunca Nehri'nin kıyısında adına bir külliye yapılmasını buyurmuş. Seferde kazanılan ganimetler külliyenin yapımında kullanılmış, 1484-1488 yılları arasında mimar Hayreddin'e Edirne'nin en önemli tarihi yapıtlarından olan Beyazıt Külliyesi yaptırılmış. Külliye cami, tıp medresesi, imaret, darüşşifa, hamam, mutfak, erzak depoları ve diğer bölümleriyle geniş bir alana yayılmıştır. Çok etkileyici bir görünümü olan külliye küçüklü büyüklü yüze yakın kubbeyle örtülüdür.
Külliyedeki yapıların en ilginci 20,55 m çapında tek kubbeli, iki minareli anıtsal Beyazıt camisidir. Ana kubbeli mekânın yanlarında doğrudan dışarı açılan dokuzar kubbeli tabhane vardır. Somaki mermerden, son derece zarif hünkâr mahfili Edirne'deki ilk örnektir. Cami'nin batısında Darüşşifa ve Tıp Medresesi bulunmaktadır. Darüşşifa büyük kubbeli bir bölüm ve çevresindeki altı küçük kubbeli oda ve beş sedirli sofadan oluşmaktadır. Ortası açık büyük kubbenin altında şadırvan vardır. Tabanı mermerdendir. Revaklarla çevrili ön avlunun yanlarında akıl hastalarının iyileştirildikleri kubbeli hücreler bulunmaktadır. Avlunun köşesinde, mutfak ve çamaşırhane bölümleri vardır. Kuzeybatı köşesindeki tıp medresesinde, revaklı avlunun çevresinde kubbeli 18 öğrenci hücresi, büyük kubbeli dershane ve ortada şadırvan bulunmaktadır. Külliyenin kuruluş amacı Edirne'yi bir Darüşşifaya (Hastaneye) kavuşturmaktır.
Evliya Çelebi ünlü Seyahatnamesinde bu Külliye için; “Hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def'i sevda" yapıldığını belirtmektedir. Buranın döneminin en önemli tedavi merkezi olduğunu, on adet hanende ve sazendenin üçü hanende, biri neyzen, biri kanuni, biri musikarı, biri cengi santuri, biri udi olup haftada üç gün özellikle akıl hastalarına büyük kubbenin altında musiki faslı verdiklerini; neva, rast, dügâh, çargah ve suzinak makamlarını çaldıklarını bildirmekte, mevsim çiçeklerinin (gül, karanfil, sümbül, reyhan ve misk-i Rum) koku ve renklerinin de tedavide kullanıldığını, binanın her tarafından dinlenebilen bu konserler kadar; su sesi ve güzel kokulardan yararlanılarak ruh hastalarının tedavi edildiğini yazmıştır. Oysa o yıllarda Avrupa'da delilik (ruhsal bozukluk) hastalığına tutulanların "Şeytan" olduğuna inanılıyordu ve bu hastalar tedavi edilmiyor, yakılıyordu.
Yorum yap