ANADOLU KÜLTÜR POTASINDA BİR HAYALET ŞEHİR: ANİ
13.01.2022Kuruluşu 4. yy’dan daha eskilere uzanan, Kars’tan 42 km uzaklıkta Ocaklı Köyü’nde yer alan Ani gerçek bir tarih hazinesidir. Çin’den Venedik’e 6400 km uzanan, dünyanın en önemli ticaret yolu olan İpekyolu‘nun üzerinde, Anadolu platosunun giriş kapısında, 10. yüzyılda Ermeniler tarafından kurulan kent Ortaçağda 100.000'den fazla kişinin yaşadığı Anadolu’nun en zengin, en büyük ve en etkileyici kentidir. Altın çağını 10. ve 11. yüzyıllarda Ermeni döneminde yaşamış, daha sonra Bizans, Selçuklu ve Gürcü egemenlikleri sırasında da ticaret kervanlarının kavşak noktası olarak önemini korumayı başarmıştır. Ani ve çevresi tarihte yüzlerce kez Bizans, Osmanlı, Ermeni, göçebe Kürtler, Gürcüler ve Ruslar arasında el değiştirmiş,1300'lerde düşüşe geçmiş ve 1735’de keşişlerin Kızkale'den ayrılmasıyla tamamen terk edilmiştir.
Mimari tasarım, malzeme ve dekoratif detaylara yansıyan Ermeni, Gürcü ve İslami kültürel geleneklerin buluşması Ani’de kültürler arası etkileşimler sonucunda yeni stillerin yaratılmasına yol açmıştır. Ermeni kültür, sanat, mimari ve kentsel tasarımının gelişimine olağanüstü tanıklık eden teknikleri, stili ve malzeme özellikleriyle “Ani okulu” olarak bilinen dini mimarinin olağanüstü temsil edildiği yerdir. Diğer yandan askeri, dini ve sivil binaları ile 7. yüzyıldan itibaren altı yüzyıl boyunca bölgede ortaya çıkan hemen hemen tüm mimari tipleri barındırması sayesinde ve ayrıca derin nehir vadisini çevreleyen volkanik tüf ortamına bağlanan Ani platosunun altındaki tüneller ve mağaralarla ortaçağ mimari gelişiminin yaşayan sahnesidir. Ermeni Kilisesi mimarisinin tarihi gelişiminde plan tiplerinin bir arada görülebildiği ender bir doğal müzedir. Ani Arkeolojik Alanı bu özelliklerinden dolayı 2016 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kaydedilmiştir.
19. yüzyılda yeniden keşfedilen şehir özellikle Ortodoks dünyasında ün kazanmış, ancak Ani Harabeleri, define arayıcılar, yağmacılar, Vandallar ve 1. Dünya savaşı sürerken Osmanlı’nın son döneminde meydana gelen Ermeni isyanları nedeniyle kültürler arası düşmanlık, beceriksiz arkeolojik kazılar ve restorasyon için bilimsellikten uzak girişimlerde bulunan iyi niyetli insanlar eliyle ve Doğa Ana'nın da çabasıyla Ani hayalet kent olmuştur.
Ani, Hristiyan dünyası için, manevi değeri büyük Meryem Ana’ya adanmış Katedrali, İncil’in ilk dört bölümünün yazarı Matta, Markos, Luka, Yuhanna’ya adanmış insan, aslan, doğa ve kartal figürleriyle süslenmiş kiliseleriyle ayrı bir yer tutmakta, sadece Hristiyanlar için değil başka dinler için de önem taşımaktadır. Nitekim Alpaslan’ın Anadolu kapısından girip yöreyi fethinden sonra, Türklerin Anadolu’da 1072’de yaptığı ilk camii, Anadolu’nun ilk Zerdüşt tapınağı Ateşgede ve Anadolu’da yazılan ilk Türkçe kitabe de Ani’dedir.
Arkeolojik çalışmalar, MÖ 900’lerde Urartu’lar döneminde yörede şehir yapılanması olduğu, hatta Ani isminin Urartular’ın yer tanrıçası An‘dan gelmiş olabileceğini söylemektedir. Yörede yaşam izlerine Arpaçay vadi tabanındaki mağaralarla MÖ 4500 yıllarına tarihlenmiştir.
İpek Yolunun gerek Ümit Burnunun keşfine bağlı ticaret yolu olarak önemini yitirmesi, gerekse Osmanlı’nın 1575’de Kars kalesini güçlendirerek bölgenin merkezi haline getirmesi sonucu Ani önemini yitirmiştir.
Arpaçay’ın kuzeyinde konumlanmış Ani 1000-1300 yılları arasında 5 kilometre uzunluğunda çifte surlar ile çevrelenerek güvenli hale getirilniş, Bagratlı Krallar Aşot ve II. Simbad döneminde Ermeni Krallığının başkenti olmuştur.
Ani’yi ilk kez 1972’de Strasbourg üniversitesinden akademik bir grupla özel izin alarak ve asker denetiminde gezip gördüm. 1985-1986-1987 yıllarında 5 kez turist rehberi olarak Fransız ve Belçikalı özellikle Fransisken ve Dominiken tarikatı papazlarıyla gezdim. Sanki o yıllarda Ani harabeleri kısmen ayaktaydı. Ancak 2017 yılında eşimle birlikte yaptığımız Kars yöresi gezimizde Ani’ye Aslanlı Kapıdan girince karşılaştığımız manzara hüzünlendiriciydi. Arpaçay’ın (Ermenice Akhurian) Kuzey yamacında bulunan, bir zamanlar “bin bir kilisenin şehri” olarak da anılan Ortaçağın büyük metropolü Ani bomboş ve harap bir haldeydi!
Tarihi Ani Kentini Yürüyerek Keşfetmek (Süre: Yaklaşık 2-3 saat)
Ani’ye Selçuklu döneminde üzerine eklenen Aslanlı taş kabartmasının bulunduğu tarihi Aslanlı Kapıdan giriyoruz. Büyülü bir görüntü sergileyen kızıl ve boz renkli yapıda granit, bazalt, andezit gibi taşlar kullanılmış. Aslanlı Kapı girişinden sonra saat yönünde yani soldan başlayacağız yürüyüşümüze.
Biraz ilerleyince harap durumda, yarısı yok olmuş Aziz Patrick ya da Keçeli, Surp Amenap’rkitch, Halaskar, Prikitch adlarıyla da anılan kilise bulunmakta. Yapımı 1036 yılına tarihlenen kilisenin kuzey cephesi yıldırım düşmesi sonucunda tamamen yıkılmış. Ermeni taş işçiliğinin güzel bir örneği olan yapı siyah, beyaz ve gri taşlarla yapılmış.
Sonrasında Doğu yönünde Arpaçay’a inen kayalıkların eteğinde Prens Tigran Honents’in yaptırdığı Surp Kirkor veya diğer adıyla Aziz Grigor Kilisesine, yöre insanının verdiği isimle Şirli Kilise görülmekte. Boz, kahve ve kızıl taşlarla yapılmış, güney nişleri ve kapısı yıkık kilisenin merdivenleri göz korkutsa da, içindeki tarihe meydan okurcasına varlığını sürdüren muhteşem fresk süslemeleri görmek için inip çıkmaya değer.
Devamında Ayasofya’nın yıkılan kubbesini onaran ünlü Ermeni mimar Trdat Mendet tarafından 987-1010 yıllarında yapılmış, Ani'deki en büyük aynı zamanda dünya çapında mimari öneme sahip bir dini yapıya, Ani Katedrali veya Azize Meryem Katedrali olarak bilinen, orijinal adı Surp Asdvadzadzin olan yapıya geliyoruz. Katedral, 1064’de Büyük Selçuklu döneminde Alparslan tarafından camiye dönüştürülerek adı Fethiye Camisi olmuş. Dış cephe süslemelerinden aslan ve kartal kabartmaları ile bazı kitabeler günümüze ulaşmış. Ani kentinin ayakta kalan en büyük yapısı olan katedralin kubbesi yıkılmış. Ana apsis içinden üst küçük odaya, rahip odasına çıkış bulunmakta. Bina kırmızı, siyah, kahverengi ve gri taşlardan yapılmış muhteşem bir işçiliğe sahip.
Yürümeye devam edince, Ani Kenti’nin doğu ucundaki Ebul Manuçehr Camisine geliyorsunuz. Büyük Selçuklu Devleti döneminde 1071 – 1072 yılında yapılan caminin pencereleri Arpa Çayına ve Ermenistan topraklarına bakmakta. Bir mezar bulunan alt kat önceden medrese olarak kullanılmış. Cami minaresi Arpa Çaya baktığı için yapılırken gözetleme kulesi gibi düşünülerek yüksek yapılmış, 99 basamakla çıkılıyor, kapalı durumda. Kırmızı ve siyah taşlar kullanılarak yapılan cami Anadolu’daki İlk Türk Camisi olarak kabul edilmektedir. Bölge 1124'te Gürcüler tarafından alındığında cami kiliseye çevrilmiş. 1319 depreminde kubbesi yıkılmış ve binanın dini kullanımı son bulmuştur.
Ebul Manuçehr Camisi’nin hemen önünde, vadi tabanında, Arpaçay üzerinde 900’lü yıllarda yapılan tarihi İpekyolu Taş Köprüsü bulunmaktadır. Köprünün Türkiye ve Ermenistan taraflarındaki ayakları sağlam ancak kemerler yıkılmış. Camiyle Köprü arasında dar bir patika yol bulunmakta.
Biraz ileride, 1038’de yapılmış, Surp Hovhannes Kilisesi veya diğer adlarıyla Aghjkaberd Kilisesi, Apostol Kilisesi, Aziz Ioannes Kilisesi, Kız Kalesi Kilisesi, Kız Kalesi, Zak’aria Kilisesi de denilen yapıları görüyorsunuz. Kırmızı, sarı ve kahverengi taşlar kullanılmış bu tarihi binalar 1960 depreminde ciddi hasar görmüş. Onarım görmediği için içerilere girilemiyor.
Kentin güneyinde Arpa Çayın geçtiği derin vadinin karşı yamaçlarında mağaralar ve küçük bir kale ile uçurumlarla çevrili alanda kayalıklar üzerinde ulaşılması çok güç olan 1215 tarihli Ani’nin ayakta kalan tek manastırı, Bakireler (Rahibeler) Manastırı bulunmakta.
Devamında, kentin batısına, Bostanlar Deresi’ne bakan yamaçta 994 yılında Pahlavuni ailesinin yaptırdığı Abul Hamrants Kilisesi’ne ulaşıyoruz. Kırmızı, siyah ve kahverengi taşlarla inşa edilen kilisenin dışı on iki gen, içi altı yapraklı yonca şeklinde.
Aslanlı Kapı’ya doğru yaklaşırken 1031 yılında Pahlavuni ailesinin yaptırdığı Surp Arak’elots Kilisesine (diğer adları Aziz Havariler, Apostle Kilisesi) ulaşıyoruz. Duvarlarındaki en eski yazıt 1031 yılına aittir ve Abuhamir Pahlavuni tarafından yapılan bir arazi bağışından bahsetmektedir. Bir dönem kervansaray olarak da kullanılmış olan kilisenin yapımında kırmızı, sarı ve kahverengi taşlar kullanılmış.
Biraz ileride Surp Arak’elots Kilisesi ile Gürcü Kilisesi arasında yer alan, Ani’deki en eski yapıya (4. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor), üstü ve duvarları yıkık Ateş Zerdüşt Tapınağına varılıyor. Kitabesi olmayan yapının 4. yüzyılda inşa edildiği sanılmaktadır. Üst kısmı yıkılmış durumda olan yapı, yüksek silindirik kaideler üzerine oturtulmuş, dört büyük sütunun oluşturduğu baldaken şemaya sahiptir. Baldakenin çevresinde işlevleri tam olarak saptanamayan mekânlar bulunmaktadır. Sütunların arası 12. yüzyılda örülerek yapı tetrakonchos (dört yapraklı yonca) planlı bir şapele dönüştürülmüştür. Bu olağandışı yapının temelleri Birinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce Nikoli Marr’ın 1909 yılı kazısı sırasında gün ışığına çıkartılmıştır. Bu kazılardan sonra, ateşgede ihmal edilmiştir hatta ona Ani harita ve tariflerinde yer verilmemiştir.
Ateşgede’den sonra Aslanlı kapıya doğru 1161-1218 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen, sadece kırmızı ve gri taşlardan bir duvarı ayakta kalmış Surp Stephanos ya da Gürcü Kilisesi, nehre doğru giden orta yol üzerinde tarihi bir camiinin yıkılan minaresinin içinde yan yatmış merdivenler görülüyor.
Ani Şehir Surlarına giden yol boyunda tarihi kentin pazar yeri ve dükkânları bulunuyormuş. Bu alanda halen ayakta tandır fırınları, taş yığma yapılar, depo odaları vb görülebiliyor. Ne mutlu ki araştırmacılar, çok harap durumda da olsa önemli yapıları tanımlanmış.
Kentin kuzeybatı ucunda 990-1020 arasında yapılmış ve sadece birkaç sütunu ayakta kalan Gagik Kilisesi ile 1031 tarihli karmaşık planlı Havariler kilisesi bulunuyor. Daha ileride harap bir durumda olsa da taş işçiliğiyle hala dikkat çekici Ani'nin Bagratlı hükümdarlarının ve onların haleflerinin ve muhtemelen selefleri Kamsarakanların ikametgâhı olan Saray kalıntılarını kafa karıştırıcı bir yığın moloz ve parçalanmış duvarlar halinde görüyoruz. 1908 ve 1909 yıllarında Nikolai Marr tarafından yapılan bir dizi kazıdan önce, sarayın çok az bir kısmı yer üstünde görülebiliyormuş. Kazılar sonunda 15. yy sonunda terk edilmeden ve daha sonra yapı malzemeleri yağmalanmadan önce birçok kez eklenip yeniden inşa edilen kraliyet sarayının planının çoğu yavaş yavaş ortaya çıkarılmış. Kazılar sırasında bulunan kömürleşmiş kirişler ve diğer kalıntılar, sarayın büyük bir kısmının yangında tahrip olduğunu göstermektedir. Türk döneminde onarılan, dikdörtgen planda bir salon ve çevresindeki odalardan oluşan Selçuklu Sarayı geometrik yıldız motifleri ve mozaik taç kapısıyla taş ustalığının çok güzel bir örneği.
Üzülerek belirmek gerekir Ani Tarihi Kenti, gerekli ilgi ve özen gösterilmediği için kaybolmaya yüz tutmuş tarihi bir mirastır. Her ne kadar geçmiş ihtişamı yok olmuşsa da, günümüzde, surları, kiliseleri, manastırları ve camisi ile güçlü duruşunu koruduğu söylenebilir. Doğu Anadolu’nun zorlu şartlarında, çorak arazide, terk edilmiş bu şehre ait kalıntılar zamanın ve insan etkileşiminin yıpratıcı etkilerine rağmen gezginleri büyülemeye devam etmekte ziyaretçilerine hala önemli mesajlar vermektedir. Kaynak yaratılarak şehirdeki hasar görmüş yapılar restore edilirse ortaya bir şaheser çıkacak ve özellikle dini turizm açısından ülkemiz için bir hazine olacaktır.
Yorum yap