Üye Ol / Giriş yap


Deneme

TOROSLAR, ÇUKUROVA DÜNYANIN MERKEZI-3; DÜŞSEL SAVIN İZİNDE

ÇETİN YİĞENOĞLU 25.06.2019

Altınrota’da üç yazıdır rotamızı çevirdiğimiz düşsel savın izini sürüyoruz. Bu savın izinde geçen uzun yazınsal serüvenimizde Çukurova’ya “3. Delta” diyegeldik. Toroslar’ı yaklaşık altı bin yıl önceden bu yana yöre halkının gördüğü gibi kozmik bir dağ olarak gördük. Romanlarda, makalelerde de irdelemeye çalıştığımız bu konuda çok yalın gerçekliklerin gündeme getirdiği sorulardan yola çıktık.

Nuh’un ardında bıraktığı sorular çok ilginç geldi. Gılgamış’ın, binlerce yıl sonra Templiyer’lerin (Tapınak Şövalyeleri) öyküleri yabana atılır türden değildi. Yılan balıklarının Meksika Körfezi, Caretta Caretta kaplumbağalarının ise Avusturalya ile Anadolumuzun Doğu Akdeniz kıyıları arasındaki serüvenleri bu düşsel evreni kurmamıza yetti. Özellikle yılan balıklarıyla kaplumbağaların halâ gizemi çözülememiş uzun yolculuklarının düşündürdükleri bizi ister istemez “kozmik merkez” savının izini sürmeye yönlendirdi. Bir roman var; (*) Sedir ağacı da roman kahramanı. Nuh’la gündeme geliyor sedir. Bir hazine var; Nuh’a ait olduğu söylenen... Hazine Gılgamış’ın ilgisini çektiği savıyla gündeme geliyor sonra. Sonra Templiyer’lerin hazinesi oluyor adı. En sonunda Kozan Hazinesi.

Efsanevi Kozan Hazinesi öyküleri dinleye dinleye büyümüşseniz eğer, eserinizi hazine temasıyla kurgulamamanızın olanağı var mı peki?

 

Üstelik Utnapiştim’i (Gılgamış: Sümerler’in Nuh’u) Toroslar’a getirmişseniz… Herkesin bildiği adıyla Nuh’u tufan öncesinde Toroslar’da düşlemişseniz... Tufan başlayınca, gemiyle sulara açılırken hazinenin ağırlık yapacağını düşünmemek olur mu? Zaten, hazineler hep kaçarken saklanmaz mı güvenli bulunan yerlere? Nuh, bu durumda hazinesini neden Toroslar’a saklamış olmasındı? Büyük olasılıkla Toroslar’da bir yerlere gömmüştü. Sanırım gömüldüğü yerde de kalmıştı. Nuh, tufandan sonra tanrı katına çıktığına göre insanüstü bir varlığın hazineye gereksinimi kalır mıydı? Bu nedenle hazine hâlâ tufandan önce gömüldüğü yerde olmalıydı…

Sevgili Altınrota okurları, bu yazıda söz konusu savlarımızla ilgili “beyin jimnastiği” yapmaya var mısınız? Yazıyı buraya değin okuduğunuza göre hazırsınız demektir.

Dilerseniz söze Nuh’tan başlayalım…

Kendi etnik kökenlerine mitsel dayanak gösterme kaygısıyla arkeolojik kanıt arayanların Nuh’un gemisinin “Ararat” ya da “Cudi”de olduğuyla ilgili savlarını sahiplerine bırakarak geminin yapıldığı yer acaba neresi olabilir? Çağın koşulları dikkate alındığında geminin, gemi yapımı için gerekli maddenin bulunduğu yerde yapılması gerekmez mi? Literatüre “Cedrus Libanis (Lübnan Sediri)” diye geçmesine karşın, sedirin anavatanının Kozan Dağları (Feke’nin Gürümze köyü) olduğunu bilirseniz Nuh’un tufan öncesi nerede olduğunu tahmin etmeniz zor olur mu? Siz, Nuh’un yerinde olsaydınız bu durumda geminizi nerede yapardınız? İki yüz yıl öncesine değin gemi yapımının vazgeçilmez hammaddesi olan sedir ormanları gemi şantiyesi için en uygun yer olmaz mı?

Söz sedirden (katran) açılmışken Gılgamış’ın serüvenine bakmak gerekmez mi? Sizce Gılgamış’ın Uruk’un sedir gereksinimi için nereye gitmesi gerekir? Eldeki verilere göre Lübnan’a gitmesi olanaksız. Lübnan, sedirin yalnızca adını sahiplenmiş görünüyor. Ayrıca, Lübnan’dan Uruk’a akan Fırat gibi bir nehir de yok. Bu durumda sedirin (yöre halkı “katran” diyor) anavatanı Kozan dağları, söz konusu Fırat da dağın öte yüzündeyse Gılgamış’ın serüveni de Toroslar’da geçmişti büyük olasılıkla. Peki, Toroslar’da (sedir ormanında) aradığı neydi? Gerçek miydi, gerçeğin şifresi mi, ölümsüzlük mü, Nuh’un hazinesi mi?

 

Görünüşe göre Gılgamış Nuh’un hazinesini bulamadı.  Bir gemi dolusu hazine Templiyelere kaldı. Hazine aramaktan yorulan Gılgamış belki başka bir şey buldu, üstelik ölümü göze alarak. Hazine denli ölüm de vardı  Toroslar’da. Sedir ormanına kötü niyetle girenler bir daha çıkamazlardı. Demek ki bu gelenek Humbaba’nın öldürülmesi, Enkidu’nun öldürücü yara almasıyla da sürmüştü.

Gılgamış, katranın peşine niçin düşmüştü? Tepeleri bulutlarla oynaşan katranları Babillilerin sarmal merdivenine benzettiği için mi o uzun yolculuğa çıkmıştı? Deve tabanı gülüşlü Gılgamış’ın, yöre sakinlerinin deyişiyle arnı left ağacına değince mi yumuşadı bakışları? Böylece mi adına yaraşır her şeyi bilen adam oldu, olgunlaştı, bilgeleşti? Aslında hiçbir yere gitmedi mi? Binbir güçlükle mücadele ederken, dağları aşarken, nehirleri geçerken, ejderle savaşırken hep aynı yerde miydi? Savaştığı ejder, içinde uyuyan kötülük müydü?;

“Yaşadığı sıra dışı cinsellikler içsel dünyasına ya da batınî gerçekliğine ait dipsizliklerin yanılsamasından, düşlerindeki sonsuzluk ötesi çağrışımlardan başka bir şey değil miydi? Bu durumda Enkidu’nun geleceğe ilişkin rüyalar görmesini sezgiyle mi açıklamak gerekiyor? Gılgamış’la Enkidu akıl, bilgi, sevgi, güç, cesaret, korkusuzluk gibi insana özgü niteliklerin hepsini içeren kusursuz insanı mı simgeliyor? Humbaba cehaletin temsilcisi, aklın bilgi ve bilime ulaşmasını engelleyen bir bekçisi miydi öyküde? Yoksa, İştar’ın mı, kadınlığının mı? Böyle bir canavar yok muydu gerçekte? Kadın tarafından yaratılan, ancak erkeklerin bilinçaltına yerleşen tinsel bir canavar mı? Gılgamış, Humbaba’yı öldürerek kadının elinden tanrısal gücünü mü aldı? Kestiği ağaçlar da katran değil miydi?  Girdiği orman kadının kasıkları arası mıydı sadece? Oradaki kılları katran gibi mi algılamıştı? Bunların hiçbiri değil de kutsal mağaraya izinsiz girmeye çalışan erkeklerin mi cesediydi? İştar Gılgamış’ı büyük sırrını keşfettiği için mi öldürmek istiyordu?  İştar’ın Gılgamış’ı öldürtmek için gönderdiği alev soluklu boğa da kaba gücün mü sembolüydü acaba? Tufandan kurtulduğu için ölümsüzlükle ödüllendirilen Nuh’un öyküsündeki tufan, vicdanını tehdit eden kötülükler miydi? Tufanda sığındığı gemi sadece vicdanı mıydı? Gılgamış’ın da ölümsüzlük otunu bulmak için indiği okyanus kendi içinden başka bir yer değil miydi yoksa; Yunanca okyanus  büyük çukur, büyük karanlık, büyük boşluk anlamına geldiğine göre? Her şeyi bilen gören Gılgamış gibi insanın kendi okyanusunu görebilmesi için gönül gözünün açık olması yeterli miydi? Gılgamış vicdan mı demekti son tahlilde; üçüncü gözümüz vicdanımız mıydı?(*)

 

Tapınak Şövalyeleri

Anadolu Haçlıların etkisindeyken Geçitler Ülkesi denilen Toroslar neredeyse geçit vermezmiş. Çukurova tam bir cangılmış o zamanlar. Vahşi hayvanlar ve bin türlü tehlikeyle doluymuş. Toroslar’dan yabancı bir iki kişinin korumasız geçmesi neredeyse imkânsızmış. Öğrendiğim kadarıyla Haçlı seferlerinde Templiyeler denilen bir şövalye grubu varmış. Çukurova, Toroslar  ve Kudüs arasındaki bölgede de örgütlüymüş bu şövalyeler. Burada mezar taşı görülen şövalyelerin bunlara mensup olabileceğini düşündüm hep. Ama Templiyelerle ilgili ayrıntılı bilgi edinemedim hiç;

Rahip şövalyeler, Tapınakçılar, Tapınak şövalyeleri, Mabetçiler ya da Hz. İsa’nın Fakir Askerleri adlarıyla da bilinen Templiyeler, Haçlıların önde gelen tarikatlarından biriydi. Hacılara askeri korumanın yanı sıra bankacılık ve konaklama hizmetleri de veren bu şövalyeler zamanla zengin birer bankere dönüşmüşlerdi.

Templiye hazinesinin on sekiz gemi dolusu olduğu sanılıyordu. Anadolu ve Ortadoğu’daki soygunlardan elde edilen ve günümüz Batı dünyasında bankacılık sisteminin kurulmasında kullanılan bu kanlı sermayenin Templiyelerin sonunu hazırlayacağını o günlerde kimse tahmin edemezdi.

Bu serveti ele geçirmek isteyen dönemin Fransa Kralı Güzel Filip (IV. Filip) Papa V. Clementhus’la yaptığı işbirliği sonucu bir yıldırım harekâtıyla askerlerine Templiyeleri tutuklattı.

Kurtulan ve yeraltına inen Templiyelerden o gün bugündür haber alınamadı.  En trajik ölüm ise Templiyelerin lideri Jacques de Molay’ınkiydi. Yakılarak öldürüldüğünde tarih 22 Eylül 1312’yi gösteriyordu.

Bu, Toroslar’da bulunan mezar taşının üzerindeki tarihle aynıydı. Taştaki yazıların Güzel Filip’in katliamından kurtulan bazı şövalyelerin Toroslar’da bir süre yaşadığını göstermesinden başka bir anlamı olmalıydı. Aslında tekerleme sıradan bir bilmeceden başka bir şey değilmiş gibi görünüyordu. Efsanevi Kozan hazinesinin yerini gösteren bir bilmece. Çözümü zor bir bilmece ve lanetli bir hazine.” (*)

 

Yılan Balıkları-Caretta Carettalar

Ceyhan’la Seyhan’ın Akdeniz’e döküldüğü Karataş-Yumurtalık arasındaki kıyılarda yaşayan yılan balıklarını bilmeyen yok. İşini bilen bir aşçının elinde çok leziz bir gurme yiyeceğine dönüşür o balıklar; bilen bilir. Bunun yanı sıra, bu yılan balıklarının evrensel serüveninden çok az kişinin bilgisi vardır, sanırız. Söz konusu yılan balıkları yumurtlama dönemi geldiğinde Adana kıyılarına terk eder. Akdeniz’den, Cebelitarık’tan sonra Atlas Okyanusunu geçerek Meksika kıyılarında 2 bin metre derinliklere giderek yumurtlar. Doğumdan sonra da orada kalarak yaşamlarını sürdürürler. Dünyaya gelen yavruları ise annesinin geldiği yolu izleyerek Karataş-Yumurtalık kıyılarına dönerler.

Caretta Caretta kaplumbağalarının serüveni de yılan balıklarınınkine benzer. Yalnızca yolculuk güzergâhları farklıdır. Kaplumbağalar yumurtlama dönemi geldiğinde yılan balıklarının Adana kıyılarından başladığı yolculuğa Avustralya’dan başlarlar. Ümit Burnunu geçip Afrika kıyıları sıra yüzerek Cebelitarık, Akdeniz derken ver elini Güney Anadolu kıyıları, derler. Anne kaplumbağalar doğumdan sonra yaşamlarının sonuna değin burada yaşarken yavruları annelerinin geldiği güzergâhtan Avustralya kıyılarına ulaşırlar.

Bu doğa olaylarının nasıl gerçekleştiği konusunda bildiğimiz kadarıyla şimdiye değin net bir bilimsel sonuç elde edilemedi. Bazı görüşler yavru yılan balıklarıyla Caretta Carettaların annelerinin bıraktığı feromonu izleyerek, bazıları da ay ışığının rehberliğinde yollarını buldukları yönünde.

 

Kuşların Yaptıkları

Bir de kuşlar var Torosların üzerinden geçip giden; Asya’dan, Avrupa’dan Afrika’ya. Yılın farklı döneminde tersine göç eden. Anadolu diyagonali (çatalı) diye bilinen koridordan geçip giderken kuşların kanadında gelen polenlerle böceklerin Toroslar’ı, Çukurova’yı yurt edinmesini dikkate aldığımızda şu senteze varmakta haksız mıyız?

Çekim gücüne bakarak Toroslar kozmik bir dağ, 3. Delta adını verdiğimiz Çukurova da dünyanın merkezidir.

 

(*) Haydar’ı Öldürmek, Çetin Yiğenoğlu.

 

 

 

4170
Yorum yap


ÇETİN YİĞENOĞLU
Diğer yazıları
KALEMİN ROTASI 05.10.2018 tarihinde yayınlandı ve 3452 kez okundu.
TOROSLAR, ÇUKUROVA DÜNYANIN MERKEZİ-1 (VERİMLİ HİLAL VE ÜÇÜNCÜ DELTA) 22.01.2019 tarihinde yayınlandı ve 5631 kez okundu.
TOROSLAR, ÇUKUROVA DÜNYANIN MERKEZİ-2 02.04.2019 tarihinde yayınlandı ve 4548 kez okundu.
ROTA 3. DELTA 23.09.2019 tarihinde yayınlandı ve 2830 kez okundu.
ZAMANDA "TARSUSİ" BİR GEZİNTİ... (*) 28.01.2020 tarihinde yayınlandı ve 4727 kez okundu.