SAKİN BİR TATİL Mİ İSTEDİNİZ? BUYURUN KARADAĞ’A
27.04.2021Bir süredir evlilik yıldönümlerimizi daha önce gitmediğimiz farklı bir yerde geçirmeye karar vermiştik. 2017 yılında şansımıza Avrupa’nın en genç ülkesi Karadağ, uluslararası söylemdeki ismi ile Montenegro çıktı. Balkanların başka ülkelerini daha önce gezmiştik ama nedense Adriyatik kıyısındaki bu avuç içi kadar küçük ülkeye hiç uğramamışız. İyi ki de öyle olmuş zira bu sefer 5 günlük gezimizde doya doya köşe bucak gezebildik.
Her zaman olduğu gibi çalışmalar başladı. Konaklayacak yer seçimi, günlük gezi planları, kullanılacak ulaşım metodu vs. Bu gezide bir avantajımız kızımızın da bize katılacak olmasıydı. Kendisinin gezilecek yerlerin detay özelliklerini araştırma konusunda ne kadar titiz olduğunu bildiğimden bu konu gündemimizden çıktı. THY başkent Podgorica’ya düzenli uçuyor, 2 saatlik bir uçuşla ulaşılıyor. Havaalanından araç kiralamak gezme özgürlüğümüz açısından tercihimiz oldu. Başkent Podgorico iç kesimde olduğundan orada kalmayı gezinin sonuna bırakarak kendimizi sahile atmak istedik ve küçücük şirin bir kasaba olan Petrovac’da yer ayırttık.
Podgorica’dan ayrılır ayrılmaz sanki zaman tüneline girdik. Yollar daraldı tek gidiş gelişli ama muhteşem doğa manzaralı bir ortamda ilerlemeye başladık. Bir anda İşkodra gölünün kıyısında olduğumuzu fark ettik yol levhalarını takip ederek yakındaki bir balıkçı köyünde kendimizi bulduk. Sanki bir ortaçağ yerleşim merkezine gelmiştik, ortalıkta kimse yoktu. Arabamızı park edip göl kıyısındaki evler ve sokak aralarında dolaşırken acıktığımızı fark ettik. Meydanda lokantaya benzettiğimiz binaya girince hiç beklemediğimiz kadar şirin bir aile mekânı olduğunu gördük. Yerel balık içeren bir menü seçip kendimize ilk ziyafeti verdik. Bu mutluluk aşacağımız dağ silsilesinin virajlarını kolay kat etmemizi sağladı. Meğerse Karadağ denize dik inen dağların iç kısımları perdelediği dağlık, ormanlık yemyeşil bir ülkeymiş.
Başkentten 55 km. sonra Petrovac’a vardık. Tepeden bakılınca hemen hemen tamamını görebildiğiniz, deniz kıyısında küçücük bir yerleşim yeri. Tarihi MS 3.yüzyıla dayanıyor. Otelimiz yeni bir bina, o büyüklükte bir kasaba için büyük sayılabilecek bir otel. Aile işletmesi, ince düşünceli insanlar. Odamızın anahtarlığı tesadüf mü bilmem, kalp şeklinde elişi kırkyama. Büyük otellerde olağandır ama burada hiç beklemiyordum; bir şişe şarap ve kadehler, bahçeden toplanmış kırmızı güller ve bir küçük kutlama mesajı. Sıcacık bir karşılama.
Karadağ henüz 2006 yılında bağımsızlık kazanmış yaklaşık 700.000 nüfusu olan bir cumhuriyet. Yugoslavya’nın parçalanması ile ortaya çıkmış, nüfusu Sırp, Arnavut ve Karadağlılardan oluşmakta. Resmi dili Karadağca ama turistik bölgelerde İngilizce ile anlaşılabiliyor. Para birimi Euro. Komşusu çok sayıda: Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova, Sırbistan, Hırvatistan ve Adriyatik Denizi’nin karşı kıyısında da İtalya.
İlk gün vakit akşama yaklaşmıştı, mevsim de henüz akşamın serinliğini hissettiren Mart başı olunca fazla uzaklaşmadan Petrovac’ı bir tanıyalım istedik ve yürüyerek sahile doğru geldik, küçücük bir park, çay bahçesi ve birkaç yüzyıl önceden kalma taş binalar içindeki hediyelik eşya dükkânlarından ibaret çarşı. Bu kadar küçük bir kasabada güzel bir kitapçı da var. Ve o da ne! Vitrinde tanıdık bir yüz? Bir Orhan Pamuk kitabının Sırpçası, kapak fotoğrafından “Kırmızı Saçlı Kadın” olduğunu anlıyorum. Sanki bir dostla, arkadaşla, karşılaşmışız gibi bir duygu. Sahilde eski taş yapılar, günümüzde farklı amaçlarla kullanılıyor olsalar da korunmuşlar, hatta bazıları ev olarak kullanılıyor. Bir kahve içmek için oturduk, bize wi-fi şifrelerini de menü ile birlikte verdiler, o günler için alışık olmadığımız bir durumdu. Her yer sezon sonuna ulaşmış tatil kasabası sessizliğinde. Çocuğunu parkta oynamaya getirmiş birkaç anne, büyükanne ya da büyükbaba okuldan dönen çocuklar dışında kimse yok.
Bu sabah artık geziyoruz, rotamız Budva, Kotor ve yolumuza çıkacak ne varsa. Mesafeler bize çok kısa geliyor. Budva 19 km. Kotor 40 km. uzaklıkta. Önce uzaktan başlayalım dedik fakat henüz Petrovac’tan birkaç kilometre uzaklaşmıştık ki denize doğru uzanan bir tepenin üzerinde bir Ortaçağ Kilisesi ve etrafındaki yapıları görüp durduk. Hemen girdik içeri, bizi gören birkaç görevli de şaşkın, turiste alışık olmayan bu mekânda ne yaptığımızı sorguluyorlar bakışlarıyla. Mis gibi çam ağaçları arasında bir film dekoru sanki. Kapısı açık bir odaya başımızı uzattık içerde manastırda görev yapan ve sabah kahvaltısını hazırlayan iki güzel genç kızla karşılaştık. Günümüz yaşam şekli ve eşyalarından uzak bir şekilde yaşayan bir grup insan… Sürprizlere açığız hadi hayırlısı.
Budva’yı dönüşe bırakıp bir taraf deniz diğer taraf orman zevkle yola devamla Kotor Körfezine girdik. Körfeze denizden çok dar bir boğazla giriliyor adeta göl ya da iç deniz. Şansınız varsa limanda demirlemiş bir büyük yolcu gemisi ile karşılaşmak heyecan verici. Kotor bir Unesco Dünya Mirası. MÖ 168 yılında Romalılar tarafından kurulmuş. Siyah kesme taşlarla yapılmış bugün de ihtişamını koruyan denizden başlayarak dağa doğru tırmanan bir kalesi var. “Old Town”, eski şehir, hiç bozulmamış ortaçağ yapıları ile dimdik ayakta ve günümüzde (salgın öncesini kastediyorum) dünya ölçeğinde en çok turist çeken şehirlerden biri. Adriyatik’te dolaşan tüm büyük yolcu gemilerinin uğrak yeri. Bu taş sokaklarda kaybolmak hayaller kurmak, kaleye tırmanmak bile ömre bedel. 17.yy. yapısı saat kulesi, 12. yy. yapısı Roma Katedrali, el işleri, sanat ürünleri satan dükkânlar derken vaktin nasıl geçtiği anlaşılmıyor. Tesadüf, şehirde pazar kurulan bir günmüş, bu bir üretici pazarı, her şey tazecik köy ürünü. Tezgâhların başında hep kadınlar, üreten de satan da. Sebze, meyve kadar peynirler ve özellikle tadı dünyaca meşhur kurutulmuş, füme edilmiş etler dikkat çekiyor. Bir anlatıma göre Karadağ erkekleri çok tembelmiş her işi yapan kadınlar kendilerine bakamamaktan erkek yüzlü olmuşlar. Bu kadınlar da o türden.
Kotor Körfezinin kıyısında köy diyebileceğimiz küçük, şirin yerleşim yerleri mevcut. Kafeler, pizza lokantaları, çay bahçeleri kıyı boyunca misafirlerini ağırlamaya hazır. Körfezin çevresinde bir tam tur yaparak biraz daha kuzeye çıkıp Herceg-Novi ye ulaştık. Hırvatistan’a bir el uzatımı mesafe kalmıştı. Denize kuşbakışı bakan kale duvarları ile çevrili, her yanı yürüyerek gezilebilen hoş bir şehir. Savina Manastırı görülmeye değer. Bella Vista Meydanı cıvıl cıvıl bir yaşam alanı. Budva’yı gezmek bir sonraki güne kalmıştı çaresiz.
Budva daha büyük, çevresi yeni yapılarla hızla genişleyen bir başka güzel şehir. Cazip olan bölge tabii ki eski şehir. Budva da bir Unesco tarih mirası. Kalın duvarlarla çevrili birkaç tarihi kapıdan eski şehre giriliyor. Tarih boyunca Yunanlılar, Romalılar ve Venedikliler tarafından yönetilmiş. Barbaros Hayrettin Paşa Osmanlı topraklarına katsa da 2 yıl sonra bir anlaşma ile iade edilmiş. Şehirde Ortaçağ’dan kalma kiliseler mevcut; St. Sava, Santa Marija in Punta, St. John başlıcaları. Eski şehir içinde tarihle baş başa gezerken herhangi bir kapıdan dışarı çıktığınızda 20. yüzyıl karmaşası bina ve trafik anlamında sizi bekliyor.
Denizdeki dans eden kadın heykelini bulmak epey zamanımızı aldı. Zira yeni yapılmış büyük bir otel binasının arkasına giden ince yolu bulmakta zorlandık. Denizin içinde sessizce dans etmekte olan kızcağız belki mutludur gözlerden ırak olmaktan. Budva sizi çok rahat oyalıyor onun için bir sonraki günümüzü de orada geçirmek istedik.
Dönüşte gelirken gördüğümüz, hikâyesini okumuş olduğumuz, girip gezmeyi arzu ettiğimiz Sveti Stefan adasına uğramak istedik. Ada kıyıya çok yakın, 15.yy.da savunma amaçlı yapılaştırılmış, daha sonra bir balıkçı köyü olarak 1960’lara kadar kullanılmış. Günümüzde ada bir karayolu ile ana karaya bağlı, tümüyle bir otel kompleksi ve dünya jet sosyetesini ağırlıyor. Bu nedenle sadece otel müşterileri girebiliyor. Bize kapıdan dönmek ve yukardan seyredip görüntülemek düştü.
Kutlama yemeğimiz için rezervasyonumuz olan kartal yuvası gibi Adriyatik kıyısında yer alan restorana ulaştığımızda epey yorulmuştuk. Akşamın en güzel saati; renklerin griden maviye dönüşünü, sonrasında ise gecenin siyahı ile dalgaların müziğinin karışmasını içimizde hissederek otelimize dönüyoruz. Daha sırada gezecek güney şehirleri ve başşehir var.
Nevin ünaldı
6 May 2021Gezdiğim yerler tekrar hatıralarımda canlandı. Anlatımın akıcılığı okurken sürüklerdi.
Mukaddes ışıker
6 May 2021Yorum yapmak haddimi aşmak olarak görülmesin, Ama özgürlüğü ancak rüyalarda yaşadığımız bu günlerde Meral hanım aldı götürdü, onunla dolaşıp yazın süresince başka hiç bir şey düşünmedim. Dağarcığının çok zengin olduğunu bildiğimden Meral hanımdan başka gezi yazılarını bekliyorum.