ADANA TIP TARİHİNDE KİZZUWATNA'NIN YERİ
25.05.2021Yazılı belgelerden edinilen bilgiler ışığında, dört bin yıllık (belki de daha fazla) tarihe sahip olan Adana'nın, edebiyatı kadar tıp tarihinin de çok eskilere dayandığını söylememiz mümkündür. Yazıyı ilk bulan ve birçok yazılı eserin günümüze ulaşmasını sağlayan Sümerlere ait Gılgamış Destanı'nda, güçlü Sümer kralı Gılgamış'ın, ölümsüzlüğü bulabilmek için Amanoslara kadar geldiğinden bahsedilmekte olduğunu görürüz. Dolayısıyla bu coğrafyanın bugünkü Çukurova sınırlarında kalması bizim çıkış noktamızdır. Tarihe baktığımız zaman tüm insanların ölümsüzlüğün peşinde koşmuş olduğunu görmekteyiz. Çukurovalıların bu konuda herkesten daha çok çaba sarf etmiş olduğunu efsanelerden anlamak mümkündür.
Çizim: Sefa Sofuoğlu
Örneğin; Şahmeran Efsanesinde padişahın kızının hasta olduğundan ve hastalığının bir türlü iyileştirilemediğinden bahsedilmektedir. Büyücüler padişaha son çare olarak yarısı yılan, yarısı kadın olduğu söylenilen Şahmeran'ın bulunmasını ve onun vücudundan alınacak parçalardan özel bir iksir yapılmasını tavsiye ederler. Bunun üzerine padişah, Şahmeran'ı daha önceden gören birini, onu yakalamak üzere görevlendirir. Görevlendirilen bu kişi Şahmeran'ı yakalamak üzere saklandığı mağaraya girer. Şahmeran "Ölümümün senin elinden olacağını biliyordum" der ve ekler ; "Gövdemin parçalarını kaynat ve padişahın kızına içir, kafamın suyunu da sen iç ve Lokman Hekim ol" der. Adam, Şahmeran'ın söylediğini yapıp kızın iyileşmesini sağlar ve kendisi de Lokman Hekim olur.
Çizim: Sefa Sofuoğlu
Lokman Hekim için farklı söylemler yer almaktaysa da, en bilinen tüm dünyayı gezdiğidir. Çukurova'ya geldiğinde, topraklarının bereketli bitki çeşitlerinin ise bol olduğunu görür ve Misis'e yerleşir. Çünkü Lokman Hekim ilaçlarını otlardan ve bitkilerden elde etmektedir. Zamanla Lokman Hekim sayesinde hastalığı unutan insanlar, ondan ölümsüzlüğü bulmasını istemişlerdir. Rivayete göre ölümsüzlüğün formülü bulan Lokman Hekim, bunu bir kitapta toplar. Misis köprüsünden geçerken fani kılığına giren Cebrail ise hekimin elinden kitabı alarak suya atar. Formülü kurtarabilmek için kendisi de suya atlayan Lokman Hekim'den bir daha haber alınamaz ve rivayete göre kitabın bir yaprağı bir arpa tarlasında bulunur ve insanlar burayı kutsal bir yer olarak ilan eder.
Buradan da anlaşılıyor ki insanlar dün de, bugün de hastalıklarından korunabilmek veya kurtulabilmek için çareyi farklı yöntemlerde aramışlardır. Bu bazen doktorlardan alınan yardımla bazen de alternatif tıptan yararlanılarak olmuştur.
Öyle ki Kizzuwatna krallığında rahip-doktorlar tıp alanında çeşitli çalışmalar yaparak dönemin en güçlü devletlerinden Hitit İmparatorluğunun dikkatini de üzerlerine çekmişlerdir. Hititler aralarında herhangi bir anlaşmazlık olmamasına rağmen bu coğrafyayı koruyan denklik anlaşmaları yaparak bölgeye bir nevi sahip çıkmışlardır.
Fotoğraf: S. Haluk Uygur
Hititlerin hastalıklarının konu edildiği belgeleri inceleyen C. Burde’nin verdiği bilgiler ışığında tıbbi uygulamaların genellikle sihir ve büyü ile çözümlendiğini, salgın hastalıların ise Tanrı gazabı sonucunda ortaya çıktığı inancına sahip olduğunu söylemek mümkün. Ahmet Ünal’ın da buna ek olarak Hititler’de gerçek anlamda tıbbın olmadığı, hastalıkların tedavi edilmesinde din etkisinin büyük olduğunu ve büyü ile tedavinin de bu tıp üzerinde büyük bir yer tuttuğunu söyler. Bu da Hititlerin Kizzuwatna Bölgesi’ne neden bu kadar önem verdiğini bir nebze anlamamıza yardımcı olur.
Bilindiği üzere Hitit kralı III. Hattuşili, Kizzuwatnalı bir rahibin kızı olan Puduhepa ile evlenmiş ve devlet yönetimin de etkin olmuştur. Hititler aynı zamanda, kentin onlar için ne kadar önemli olduğuna kanıt olarak, yaşadıkları coğrafyada minyatür bir Kizzuwatna mahallesi inşa ettirmişlerdir.
Ahmet Ünal’a göre Hititler bunu, Kizzuwatna’ya sürekli gidip gelmelerinin zor olacağını düşündükleri için yaptırmışlardır.
Günümüzden iki bin yıl geriye dönecek olursak; Ayas Antik Kenti’nde yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda Asklepion adıyla din ve sağlık hizmetlerinin olduğu bir sağlık kompleksi saptanmış, bu merkezde insan ruhunu ve bedenini sağlıklı kılan eğitimler ve tedavi hizmetleri verilmiştir. Merkezin, dünyanın en eski sağlık komplekslerinden biri olduğu kabul edilmektedir. İlk hastanenin kalıntılarının kalmamış olmamasına rağmen araştırmalar sonucunda ; dünyanin ilk organ naklinin, Ayas Antik Kenti’nde, bir siyahinin ayağının bir beyaza takılması süretiyle Adana’da yapılmış olduğunu bilmekteyiz. İki bin yıl önce yapıldığı söylenen bu ameliyatın Haluk Uygur’a göre “herhangi birisine kolunu verebilecek kişinin ya verdiği kişiyi çok seviyor olması, ya da onun vesayeti altında bir köle olması gerekir” diye düşünerek ortaya iki tez konulabilse de bu kişinin bir köle olduğu ihtimali daha ağır basmaktadır.
Dünyanın günümüze kadar gelebilmiş en eski tip ve eczacılık kitabının yine Adana’da yazılmış olduğunu söylemeden geçmemek gerekir diye düşünmekteyim. Anavarzalı hekim, Dioskorides ‘in 13. yy. da yazmış olduğu “ Materna Medica “ adlı tıbbi ilaç detayları içeren kitap, günümüze kadar gelebilmiş en eski Tıp ve Eczacılık kitabıdır. Dioskorides’in bu kitabının Artukoğulları tarafından yaptırılan çevirisinin (Kitab-ül Haşşaşi) tek örneği Topkapı Müzesi’nde bulunmaktadır. Yaşadığımız coğrafyanın insanlık tarihindeki önemini bir kez daha gözler önüne seren bu bilgiler, gerekli çalışmalar yapabildiği takdirde Adana’nın bir kültür kenti yıllarda adının daha sık karşımıza çıkabileceğinin garantisidir.
Şahmeran ve Lokman Hekim Çizimleri; Sefa Sofuoğlu
Misis Köprüsü Fotoğrafı; S. Haluk Uygur
Yorum yap