TUR ABDİN, SÜRYANİLER VE ŞARAP
17.05.2022Güneydoğu Avrupa ve Batı Asya’nın (Orta Doğu) kavşağında, gerçek bir medeniyetler milföyü olan Türkiye yerli ve yabancı gezginlere hazinelerle dolu, yapılacak, görülecek ve ziyaret edilecek pek çok şey sunmaktadır. Ve sanıyorum Dünya’nın en zengin insanları sanıldığı gibi çok mala sahip olanlar değil doğa, kültür, tarih ve uygarlıkların izinde yaşam zenginliğine, pek çok anıya sahip olanlardır.
Türkiye'de alışılmışın dışında bir yere seyahat etmek istiyorsanız, Mardin ve ilçelerini ziyaret etmek en iyi seçenekler arasında ve ön sıralarda olmalıdır. Yöre, Türkiye'deki diğer destinasyonlar kadar popüler olmasa da, son zamanlarda kültür ve inanç turizmi adına kumsallardan ve sahil beldesi gece kulüplerinden uzak duran türde ziyaretçileri cezbetmektedir.
Binlerce yıllık taş yapıları, devasa manastırları ve medreseleri, efsanelere konu olmuş antik kentleri ve büyüleyici camileri ile muhteşem bir altın üçgen Diyarbakır-Mardin-Urfa-Adıyaman bölgesi. O kadar farklı ve çeşitli bir mozaiği var ki, insan kendi ülkesinde yepyeni bir coğrafya keşfetmiş gibi hissediyor buralarda. Adeta bir nakış gibi birbiri içine geçmiş ve çağlar boyunca korunmuş farklı inanç ve dillerin bu kadar uyum içerisinde yaşamış olması kesinlikle büyüleyici.
Türkiye'nin güneydoğusunda yer alan ve Geç Antik Çağ'dan bu yana Roma İmparatorluğu ile Sasani İmparatorluğunun sınırında yer alan Tur Abdin ya da yörede hala konuşulan kadim Süryani dilinde “Tanrıların Dağı” olarak bilinen bu yöre tarihte onlarca medeniyeti ve kültürü barındırmış Yukarı Mezopotamya olarak bilinen topraklardır. Şüphesiz güzel ülkemizin birçok şehri, tarihi dokusu ve doğasıyla harika bir yapıya sahiptir ancak Tur Abdin olarak bilinen bu yöredeki şehirlerimizin yüzyıllardır korunan müthiş bir kültürel mirasın üzerine kurulmuş olduğunu görmek çok etkileyici. Batıda Mardin'den doğuda Dicle'ye kadar uzanan ve güneyde Mezopotamya ovaları ile sınırlanan Anti-Toros Dağlarının alçak platosu Tur Abdin bölgesi sakinleri 20. yüzyılın başlarına kadar çoğunlukla Süryani Ortodoks’tu ve bölgede 80 den fazla köy ve 70 civarında manastır binası bulunuyordu.
Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı topraklar, ilk medeniyetlerin ortaya çıktığı, insanlık tarihinin en eski yerleşim merkezidir. Batılı kaynaklar bu bereketli topraklara iki nehir arası anlamına gelen Mezopotamya, Araplar ise bu bölgeyi iki kısma ayırarak güneyine Sevâd veya Irak, kuzeyine de ada anlamına gelen el Cezîre demişlerdir. Yukarı Mezopotamya’nın en önemli kültür potası Mardin-Midyat Eşiğidir.
Dicle Nehri yakınında ve Mezopotamya ovalarına hâkim Mardin, Arap esintileri taşıyan mimarisi sayesinde UNESCO Dünya Miras Listesi'ne aday olurken, yakınlardaki kadim Midyat kasabası, eski Kürt ve Süryani mirasını keşfetmek için harika bir fırsat. Büyüleyici ve rüstik Midyat ve köylerinde Hristiyanlığın doğuşundan beri varlığını sürdüren, Hristiyanlık tarihinin tanıkları olan Süryani Ortodoks kiliseleri dünya uygarlık tarihinin en dikkat çekici unsurları olarak ayakta kalmayı başarmış.
Yapılara tarihi görüntü kazandıran Midyat’ın Beyaz Elmas' olarak da tabir edilen katori (nahit) taşı kullanılarak kültür hazinesi dini yapılar, daracık sokaklarında adeta iç içe gergef misali kondurulmuş tarihi konaklar çok etkileyici görünüm kazanmış. Bunlardan eski kültür evi ve diğer birçoğu dizi filmlerine stüdyo olarak kullanılmaktadır.
Tur Abdin yöresi, kültürel bir merkez olarak Ortodoks Süryaniler için büyük önem taşımaktadır. Türkçenin bile türlü türlü versiyonunu duyduğunuz, Kürtçenin, Arapçanın hatta tarihin en eski ve kaybolmakta olan dillerinden birisi, Süryanicenin bile karşınıza çıktığı bir yer burası ve herkes birbirini öylesine benimsemiş ki tüm bu kültürler, diller ve dinler iç içe geçmiş. Büyülenmemek, etkilenmemek elde değil.
Asur dönemine ait yazılı kayıtlar, Kaşyari Dağı’nın, kuzey ve kuzeydoğuya, Anadolu’ya yönelik askeri seferlerde, bir geçit bölgesi olarak kullanıldığını ve Midyat’ın ise bu yörenin en önemli siyasi merkezi olduğunu ortaya koymaktadır. Yine Asur metinlerinde geçen ve Nirbu olarak adlandırılan yörenin de, Kaşyari Dağı’nın merkezi kesimlerini oluşturan Midyat ve çevresi için kullanıldığı tahmin edilmektedir.
Tarihin her döneminde Ortadoğu Mezopotamya toprakları dünyanın merkezi olarak kabul edilmekteydi ve bu topraklara egemen olan milletlerin bütün dünyaya egemen olacakları yönünde bir düşünce vardı ve bu düşünce güncelliğini korumaktadır. Nitekim bu bölgeye hâkim olan devletler zamanla tüm Ortadoğu’yu etkileri altına almışlardır. Bu nedenle sürekli olarak savaşların ve istilaların merkezinde olan Ortadoğu tarihi her döneminde büyük devletlerin egemenlik mücadelesine sahne olmuştur. Bu bağlamda Mardin-Midyat Plâtosu da tarihin hemen her döneminde Mezopotamya Anadolu uygarlıkları ilişkilerinde bir geçit görevi üslenmiştir.
Ezan seslerinin çan seslerine karıştığı, sokaklarında Samuel ile Ahmet’in kardeşçe top oynadığı hoşgörü kenti Midyat tıpkı Mardin gibi “Dillerin ve Dinlerin Şehri” görüntüsüne sahiptir. Midyat’ın sarı kalker taşından yapılmış taş evleri gündüz ayrı, gece ayrı bir göz ziyafeti sunuyor. Evlerin hepsi sanki gözünü Mezopotamya’ya doğru dikmişçesine güneye, bakıyor. Çoğu konak mimarisine sahip evler yazın serin, kışın ise sıcak oluyormuş. Sokakları gezdikçe muazzam taş işçiliği karşısında hayran kalıyorsunuz.
Tur Abdin bölgesinde onlarca manastır var ve en önemlisi Aziz-Mor Gabriel Süryani Ortodoks manastırı Midyat'ın 22 km güney doğusundadır. MS 397'de inşa edilen dünyanın en eski ve günümüzde de faal durumda olan manastır Tur Abdin Metropolitinin ikametidir.
SÜRYANİLER, Mezapotamya’da 5 bin yıllık tarihe sahip, Anadolu’nun farklı inançları içinde demlenmiş, her kültürden tat almış, geleneklerine bağlı kalmış, kültürünü nesilden nesile, sanatını da elden ele aktaran vakur kadim bir bir halktır. Onlar bir yandan yaşadıkları bu çetin topraklarda asırlar boyunca hoşgörüyü yaymışlar diğer yandan inanışları gereği toprağa özel önem vermiş, bağlarında eşsiz özellikte asmalar, üzümler yetiştirmişler. Bu toprakların ilk yerleşimcilerinden olan Süryaniler kendilerini İsa'ya ilk inananlar, ilk Hıristiyanlar, İsa'nın konuştuğu dili konuşan etnik grup olarak nitelendirirler.
Mezopotamya, Ön Asya veya tümden Orta Doğu henüz dinsel bağnazlıkların karanlığına gömülmemişken, kentlerindeki tiyatro alanları, spor meydanları coşku ile dolar, anne-babalar çocuklarını felsefe, edebiyat, astronomi okullarına gönderirlerdi. Sanatın kısıtlanmadığı, sanatçının esaret ile korkutulmadığı uygarlık merkezi kadim Mezopotamya kentleri, sanat ürünleri ile donatılırdı. Doğanın içine beton bloklar yığarak medeniyet iddiası taşıyanların aksine kadim Mezopotamya ve Orta Doğu halkları tarih öncesinde kentleri belirli bir plana göre kurmakta, evlerini ise kapı tokmağından, çatı kirişlerine kadar estettik kaygılar ile üretirlerdi. Sümer, Babil, Akad, Elam, Asur, Mısır bir boyutu ile Hitit, Urartu, Pers ve benzeri yüzlerce irili ufaklı devlet, uygarlık günün dinsel bağnazlıklarının esareti altındaki toplumlarından farklı olarak edebiyatı, estetiği, sanatı, felsefeyi çok daha özgür koşullarda yapıyorlardı.
Bölgenin içecek kültürünün, zenginlik ve derinliği, şarabın doğuş ve insanlığa armağan edildiği yerin Orta Doğu coğrafyası olması fikrini kuvvetle desteklemektedir. Velev ki şarabın çıkışını, Anadolu, Güney Avrupa veya Kuzey Afrika ile ilişkilendirenlerin savlarının doğru olduğunu kabul etsek bile şarabın Orta Doğu’daki öyküsü, şarap tarihinin ana arteridir. Binlerce yıl öncesi bölge halklarının temel folklorik figürü olan şarap ve şarap kültürü, günümüze ulaşan tüm yazılı, görsel metin ve eserlerde geniş şekilde yer almaktadır.
MÖ 870 civarında Asur’un yeni başkenti Nimrud’un merkezinde geleneksel Mezopotamya tarzında bir kerpiç platform üzerine inşa edilen büyük sarayda, Asur kralı 2. Ashurnasirpal onuruna tarihin en büyük şölenlerden biri düzenlenir. On gün sürer şölene resmi kayda göre 69 bin 574 kişi katılmış. Amaç, kralın hem kendi halkına, hem yabancı temsilcilere gücünü ve zenginliğini göstermekmiş. Ve şölenin en etkileyici ve anlamlı yönü, kralın içki tercihiymiş. İlginçtir, kral Asurnasirpal, şöleninde başköşeyi Mezopotamyalıların alışılmış içkisi bira yerine şaraba ayırmıştı. Elbette biranın pabucu dama atılmış sayılmazdı zira Asurnasirpal, şöleninde 10 bin küp bira ikram etmişti. Fakat ikram edilen şarabın miktarı da 10 bin tulumdu. Miktar aynı, fakat çok daha etkileyici bir zenginlik gösterisi; çünkü kuzeydoğuda dağlık diyarlardan ithal edilmesi gereken şarap, Mezopotamya’da nadir bulunan bir içkiydi. Şarabın dağlardan ovalara taşınması maliyetini biradan en az on kat daha pahalı yapıyordu; bu nedenle şarap, Mezopotamya kültüründe egzotik yabancı bir içki olarak görülürdü. Dolayısıyla, şarap içmeye yalnızca seçkinlerin gücü yetebilirdi ve esas kullanımı dinseldi zira nadir bulunurluğu ve yüksek fiyatı şarabı tanrılar tarafından tüketilmeye layık bir içki yapmaktaydı. Pek çok kişi bu törenden önceki hayatında şarabı hiç tatmamıştı.
Bu törenden sonra Asurlularda şarap içmek, gücün, zenginliğin ve ayrıcalığın simgesi haline gelmiş ve sosyal ritüele dönüşmüştür. MÖ 825 civarına ait bir rölyefte kral sağ elinde bir şarap kâsesi tutmaktadır. Güçlü ticaret geleneği ile bilinen Asurlular, şarap yapma konusunda da oldukça iddialıydılar. Öyle ki bugün Asurluların etnik ve folklorik devamı olan Asuri, Süryani ve Keldani topluluklarında şarapçılık hala önemini korumakta, Midyat’ın engebeli arazilerinin susuz eteklerinde üzüm bağları, sulak yerlerde ise sebze ve meyve yetiştirilmektedir.
Ülkemizin hızla solan renklerinden biri olan Süryanilerin genellikle telkâri, kuyumculuk ve taş işçiliği gibi alanlarda büyük hünerlere sahip oldukları bilinir. Oysa Süryanilerin bu alanların dışında uzmanlaştıkları ve zengin bir kültür yarattıkları başka konular da vardır. Bu zenginliklerin başında Midyat ve köylerinde yaşayan Süryanilerin ürettikleri şaraplar yer alır. Mardin'de yaşayan Süryaniler ağızda anlatılamaz bir lezzet bırakan ev yapımı muhteşem şarap üreticisidirler. Küçük ölçekli bir şarap üreticisi Süryani ev şarabının ayrıcalığını şöyle anlatıyor: “Bizim şarabımız binlerce yıllık kültürün harmanlanmasıyla geleneklere bağlı kalarak, ev ortamında üretilmesi, demlenirken alkolünü kendi salgılamakta yani etil alkol kullanılmadan yapılmasıdır.” Yüz yıllardır manastır, kilise ve evler için sınırlı sayıda üretilen şarap, turizmin gelişmesiyle daha fazla üretmeye başlanmış. Yöre şaraplarının yurt içinden ve yurtdışından yoğun talep gördüğünü anlatıyor üreticiler. Velhasıl Midyat yöresinde Süryani şarabının yeniden canlandığını ve çok ilginçtir, Müslüman bölge halkının da şaraba bakışının hoşgörülü olduğunu öğreniyoruz.
Yorum yap