TOROSLAR, ÇUKUROVA DÜNYANIN MERKEZİ-1 (VERİMLİ HİLAL VE ÜÇÜNCÜ DELTA)
22.01.2019Zorunlu nedenlerle verilen uzun aradan sonra Altınrota dostlarına merhaba…
İlk yazımızda başlıktaki sava değinmiştik. Sürdürelim:
Öncelikle bu savı Nasreddin Hoca fantezisiyle ilişkilendirmemenizi dilerim! Hoca’nın “Bastığım yer dünyanın merkezi. Tersini kanıtlayabilecek biri varsa çıksın ortaya” yaklaşımıyla hiçbir ilgisinin olmadığını belirtelim. Çünkü, tarihsel, mitsel, arkeolojik, antropolojik, biyolojik veriler güçlü biçimde savımızı imliyor, destekliyor.
Konumuzun öznesi, dayanağı Toroslar, her şeyden önce bir kült merkezi. Onun ayrılmaz parçası, bileşeni Çukurova, Çukurova kıyıları ise milyon/larca yıl öncesinde oluşmuş, hâlâ gizemi çözülememiş doğal olgulara sahne oluyor.
Şimdiye değin, ele geçirilen bilimsel bulgulara, kanıtlara göre göksel arketip arayışındaki insanlar eskiden yüksek dağlara kutsal anlamlar yüklüyorlardı. Böylece yanıtını aradıkları “dünyanın/evrenin merkezi” ya da “göğün kapısının nerede olduğu”na ilişkin sorulara kutsal kabul ettikleri yüksek dağa/dağlara bakarak yanıt arıyorlardı. Onlara göre dünyanın merkeziyle göğün kapısı hemen yanıbaşlarında bulunan dağın doruklarındaki kozmik bölgedeydi.
Filistin’de Tabor, Gerizm Dağları, Hindistan’da Meru Dağı, Mezopotamya’da Ülkeler Dağı, (Ziggurat da bir kozmik dağ), Ural-Altay bölgesindeki Sumeru Dağı, İran’da El Bura Dağı ile Laos’taki Zinnalo Dağı gibi Toroslar da halk tarafından dünyanın, evrenin merkezi, göğün kapısı olarak görülüyordu. Toroslar kültünün en az altı bin yıllık bir geçmişinin olması bunun kanıtı. Öncesi, dünyanın, tarihin derinliklerinde. Bilim insanlarının uzanacak ellerini bekliyor.
Her zaman Toroslarla birlikte değerlendirdiğimiz Çukurova’ya 3. Delta diyoruz.
Neden 3. Delta?
(Seyhan Nehri)
Bu ismi vermemizin birden çok gerekçesi var. Bunun en önemlisi “Verimli Hilal”dir. Bu, önce coğrafik, ekonomik, sosyal, kültürel anlamlar yüklü sanal bir hilaldir. Yabani arpanın ilk kez burada yetiştiği belirlenmiştir. Dolayısıyla insanlar avcı, toplayıcı düzenden yerleşik düzene burada geçmişlerdir. Tarım-hayvancılık, bunlara bağlı ekonomik yapı bu bölgede gelişip genleşmiştir. Doğal olarak ekonomik, sosyal, kültürel, sanatsal olgularda büyük sıçramalar gerçekleştirilmiştir.
(Verimli- Bereketli- Hilal dünyanın tarım yapılan ilk alanları)
Bugün Göbeklitepe’yle Tatarlı Hüyük kazıları insanoğlunun ezberini bozacak niteliktedir. Ele geçirilen bulgular bu bölgenin bir zamanların Amerikası, Avrupası olduğunu gösteriyor. Verimli Hilal’in bir ayağı Ortadoğu’nun kuzeydoğusunda, Mezopotamya’da (1. Delta), öbür ayağı da Ortadoğu’nun güneybatısında, Mısır’da, Nil deltasındadır (2. Delta).
(Fotoğraf; Tatarlı Kazı ekibi)
Çukurova’yla Toroslar (3. Delta) ise Verimli Hilal’in kuzeybatı yayında yer alıyor. Bu durumda, insanoğlunun uygarlık serüveninde Mezopotamya’ya 1. Delta, Mısır’a/Nil’e 2. Delta, Çukurova’ya da 3. Delta demenin hiçbir sakıncası yok bize göre. Konuya bilimsel verilerle 10-12 bin yıl öncesinden yaklaşıldığında Çukurova’nın Ortadoğu’daki üç önemli deltadan biri olduğu görülür.
(Üçüncü Delta'nın önemli şehri Adana)
Buna olumlayıcı bakış açısıyla yaklaşıldığında Mısır’la Mezopotamya’da öylesine büyük uygarlıklar boy verirken aynı bölgedeki 3. Delta’da hiçbir gelişmenin olmaması düşünülebilir mi? En azından Anadolu’nun öz kültü Kibele’nin Sümer-Babil-Mısır’la etkileşime girdiği bilinen bir gerçeklikken 3. Delta’da yaprak kıpırdamamış gibi davranılabilir mi? Ortadoğu’nun sözkonusu iki deltasıyla ilgili bu denli çok bilgi, belge-kanıt bulunurken en az onlar denli önemli olduğu yadsınamaz 3. Delta’da bunun tersi savunulabilir mi?
Olaylarla olgulara ezberci mantıkla yaklaşan, tarihsel bilgileri içselleştirmeden kolajlama tekniğiyle yazıya alan kimi arkeologlarla eldeki bulguları algılayıp yorumlayamayan tembel, uzgörü yoksunu, liyakatsiz kişiler, tarih yazıcıları böyle hükmetti diye tarihsel olasılıklar yok sayılabilir mi?
Sezgi her şey değildir belki ama çok şeydir!
Bu noktada bir kez daha sormak gerekirse Ortadoğu’nun iki deltasında neredeyse insanlık tarihi başlatılırken 3. Delta neden görmezden gelinir?
Öbür iki deltadan hiç geri kalır yanı olmayan, en azından birkaç piramitin yanı sıra Hermetizm felsefesiyle anılan 2. Delta’dan daha varsıl kültür varlıklarına sahip olduğu yadsınamaz 3. Delta anılmadığı gibi neden yok sayılır?
Şöyle yüzeysel yaklaşımla bile Mısır’ın Hermetizmine karşın, Çukurova’nın da bir Stoasının olduğu görülür oysa… Mısır’ın piramitlerine karşılık Çukurova’nın kaleleri, Karatepesi, Şarı gösterilebilir… Soyut tanrı kavramının yaratılmasına büyük katkı sağlayan Mitraizm’le Hıristiyanlığı biçimlendiren iki azizin, Saint Paul’le, Saint Pierre’nin de bu bölgenin insanı olması az şey midir?
(Çukurova'nın bekçisi Yılankale)
( En az Efes kadar görkemli Tufanbeyli'deki Şar Antik Kenti Torosların önemini gösterir)
Bütün bu varsıllığa karşın, bazı biliminsanlarının yaptığı gibi 3. Delta’da olası kültür varlıklarının nehirlerin (Seyhan, Ceyhan, Berdan, Göksu) taşıdığı “alüvyon altında kalmıştır herhalde” kolaycılığına kaçılabilir mi? M.Ö. 2. bin öncesi (Neolitik çağ) yerleşimleri nasıl yok sayılır, bu konuda bir yorum bile yapılmaz? Neolitik çağ M.Ö. 8 bin yıla değin uzanmak demektir… Nedense Hitit Dağyolu’nu, tarihsel işlevini bile uzmanların dışında pek kimse bilmez. Elde çok sayıda neolitik çağ bulgusu olmasına karşın, yalnızca M.Ö. 2000’lerden buyana yerleşimlerden söz edilerek yaklaşık 6 bin yıl atlanır, neolitik çağın yanı sıra kalkolitik çağdaki olgular üzerine bile akıl yürütülmez…
Bilindiği gibi insanoğlunun evriminde, yarattığı uygarlıklarda Neolitik-Kalkolitik çağlardaki teknolojik bulgular, başarılar önemli rol oynar… Bu çağlar, dünyanın hemen her yerinde çevre koşullarının etkisiyle farklı dönemlere tarihlenir… Anadolu’da bu tarih Neolitik çağ için M.Ö. 8. bin yıl ile 5 bin 500 yılları arasını kapsar, Kalkolitik çağ da sonrasını…
Dolayısıyla insanoğlunun serüveninde Neolotik çağın önemi sanıldığın da büyük… Bir kez, günümüz iklim koşulları bu çağda oluştu. İnsanlık tarihinde devrim sayılacak buluşlar, gelişmeler bu çağda gerçekleşti. İnsanlar, mağaralardan çıkarak açık yerlerde taş, ağaç, kerpiç gibi malzemelerle ev yapıp yerleşmeye, yerleşim birimleri kurmaya, ilk kez tarım yapmaya başladılar. Sığırı, keçiyi, koyunu, domuzu, köpeği evcilleştirdiler. Bunun yanı sıra avcılık geleneğini de sürdürdüler.
Hayvanların derisinden, yününden yararlanmayı, sepet örmeyi, yiyeceklerini toprak kaplarda saklamayı, topraktan yaptıkları kapkacakları pişirerek üretmeyi öğrendiler. Binlerce yıl etkisi altında kaldıkları doğal güçleri kendilerince yorumlayarak hep gelişecek, gelişerek değişecek inanç sistemleri kurdular. Bölgemizin öz kültü, kültür varlığı bu gelişimin doruklarından biri olan Mitraizm bunun en önemli kanıtı.
Cilalı Taş Devri olarak bilinen Neolitik Çağ’dan sonra, Bakır Taş Devri diye tanımlanan Kalkolitik Çağ’da (M.Ö. 5.500-3.500) birkaç adım daha ilerleyen insanoğlu bakırı ergitmeyi başararak taşın yanı sıra alet yapımında kullanmaya başladı. Burada hemen belirtelim ki, bakırın ergitilmesi Çin’le Avrupa’da M.Ö. 4 binlerde gerçekleştirilirken Anadolu’da M.Ö. 7. binde gerçekleştirilmesi metalürji tarihinin gerçeklerindendir… Ovanın verimli topraklarındaki tarım üretimi dolayısıyla Çukurova, demiri, çinkosu bakırıyla Toroslar yorumlanmadan, karanlıktır diyerek es geçilemez!
İngiliz Araştırmacı Yazar Martin Bernal “Kara Atena” adlı ünlü yapıtında Yeni Tarih anlayışına göre biçimlendirilen Batı kültürünün eksiklerini, çelişkilerini anlatır. Daha çok 2. Delta’yla Girit aksı üzerinden yürüttüğü görüşlerinde ara ara Mezompatya’yla (az) Fenike’yle çok etkileşime girdiğinden söz eder ama 3. Delta’ya hiç değinmez nedense.
Buharlı gemiler üretilene, yani 200-250 yıl öncesine değin gemiler birçok nedenle -en azından tatlı su gereksinimiyle- kıyısıra yolculuk yapmak zorundaydı. Bu da Doğu Akdeniz’in herhangi bir yerinden yola çıkan geminin Girit’e Anadolu kıyılarını izleyerek gitmesini zorunlu kılıyordu. Yukarıda değindiğimiz Stoacılık bile İyon’a Kıbrıs üzerinden gitmiştir. Batı mitinin Baş Tanrısı Zeus’u bile Anadolu’nun Ana Tanrıçası Kibele Girit’te doğurmuştur.
(FOTOĞRAFLAR; S.HALUK UYGUR)
Burak SOMUNCU
26 Jan 2019Çetin bey bu güzel yazı ve yeni bilgiler için teşekkürler. 3. Delta savınız Nasretin hoca fantezisi değil elbette...
Mehmet Cengiz Tümer
26 Jan 2019Kaleminize sağlık Üstad. Birbirini tamamlayan iki yazı üstüste geldi ve bilgi dağarcığımızı genişletti, teşekkürler.