ADANA’YA GİDEK Mİ? BİR İZMİRLİNİN GÖZÜNDEN ADANA.
24.10.2021ADANA’YA GİDEK Mİ?
BİR İZMİRLİNİN GÖZÜNDEN ADANA
Henüz karga b.kunu yemeden Adnan Menderes Havaalanına doğru yola düştük. Saat tam 06.00 da uçağımız havalandı ve muhtemelen Adanalılar güne yeni uyanırken biz Adana’ya inmiştik. Hemen taksiye atlayıp, bagajımızı bırakmak üzere otelimize gitmek için Adana’nın sabah trafiğine karıştık.
Otelimize bagajlarımızı bıraktıktan sonra adet olduğu üzere sabah kahvaltımızı ciğer ve şalgamla yapmak üzere tavsiye üzerine Tarihi Büyük Saatin oradaki Ciğerci Mehmet Ustaya doğru yola çıktık. Eeee raconu bozmak olmazdı. Olmazdı ama biz Adana’nın henüz çok cahiliydik. Yolda yol tarifini sorduğumuz bir esnaf Küçük saati göreceksiniz, o meydanı geçince düz devam edin dedi biz de dinledik. Meydana geldik ama Küçük Saati göremedik. Haluk Uygur dostum bir yazısında Büyük saat için 32 metre yazmıştı bu da olsa olsa 10 metre olsun diye düşünmüştüm ama ortada ne kule var ne de saat. Eşim meydanın ucunda duran Türkiye İş Bankasının Kumbarası şeklindeki saati gösterdi;
- Bu olmasın, dedi
Ben de;
- Hadi canım, baksana o bankanın reklamı dedim.
Sonradan öğreniyoruz ki; Tarihi Küçük Saat gerçekten oymuş. 1925 yılında Türkiye İş Bankası’nın Adana’ya gelmesi anısına dikilmiş.
Eh yaşımız henüz genç yeni bir şey daha öğrendik. Küçük Saati bulup meydanı da geçtiğimize göre önce Yağ Camiini ardından Kazancılar Çarşısını buluyoruz. Kazancılar Çarşısı henüz gecenin mahmurluğu içinde. Çarşının devamında ise kebap dumanları ortalığı sarmış velev ki aradığımız yer orası. Masalar tıklım tıklım dolu. Adana misafirperverliği ile hemen bize bir yer ayarlıyorlar. Tam biz masamıza oturacakken kıyamet kopuyor.
“ Adana’ya gidek mi?
Şalvarından giyek mi?
….”
Bir gurup sabahın sekizinde hem söylüyor hem oynuyor. Aha işte o andan itibaren bizim de dilimize yapışıyor: Adana’ya gidek mi türküsü…
Tarihi Büyük Saat
Ziya Paşa'nın kabri
Racona uygun ciğerli / şalgamlı kahvaltımızın ardından rotamızı Tarihi Büyük Saate çeviriyoruz. 32 metre yüksekliğindeki saat 1882 yılında Abidin Paşa tarafından yaptırılmış. Alanında Türkiye’nin en yükseği. Devam ediyoruz Tarihi Büyük Saati geçince hemen solumuzda Ziya Paşa parkı ve Ziya Paşa’nın kabri var. Park güzel özellikle de sabah mahmurluğunda huzur da veriyor ama yaban otlarının ve çalıların sarmaladığı kabrinde Ziya Paşa’nın çok huzurlu yattığını söyleyemeyeceğim.
Ziya Paşa’nın kabrinin hemen çaprazındaki şadırvan, serinliği ve mistikliği ile bizi sabah kahvesine davet ediyor ama biz kahve molamızı Taşköprü’ye saklıyoruz.
Ramazanoğlu Konağı
Hemen bitişiğindeki 1495 yılında yapılmış, Doğu Seferine çıktığında Kanuni Sultan Süleyman’ı ağırlamış, altı yüz yıllık bir konağı ziyaret ediyoruz. Ana kapı taşlarla örülmüş diğer küçük kapıda kapalı, konağı dışarıdan görüp fotoğraflamakla yetiniyoruz. Şadırvanın önünden devam edip solumuzdaki Ulu Caminin ana kapısına geliyoruz. Caminin avlusu güzelce süpürülmüş, temizlenmiş hasırlar serilerek Cuma namazına hazırlanmış. Avluya girmeden cümle kapısından caminin revaklarını fotoğraflıyoruz. Caminin dört bir yanını dolanıp terkedilmişliğin hüznündeki diğer kapısını, sebilini görüyoruz. Bakımsızlığına içimiz acıyor. Ulu Caminin yanındaki geniş caddeden sahile doğru iniyoruz. Güvercinler uğuldamalarıyla bize eşlik etmekte.
Ulu Cami
Artık yükselen sonbahar güneşinin altında Seyhan Nehri parıl parıl parıldıyor. Sahil boyunca Taşköprü’ye doğru yürüyoruz. 16 kemerli – aslında 21 kemerli imiş ama Hilton’un yapılışı sırasında yapılan dolgu nedeniyle 16 ya düşmüş- yapısıyla Seyhan Nehrinin üzerinde bir inci kolye gibi duruyor. Hemen arkasında da altı minaresiyle Sabancı Merkez Camii bu tabloyu tamamlıyor. Taşköprü 1883 yılında yine Abidin Paşa tarafından yaptırılmış Tarihi Kız Lisesinin yanı başında, Arnuwanda’nın 3500 yıllık kitabesinde bahsettiği gibi şehri ikiye bölen köprünün üzerindeyiz şimdi. Bir yanımız Eski Adana bir yanımız Yeni Adana. Biz eskisine dönüp Seyhan’ın kıyısında salkım söğüt ağaçları altında kurumsal bir çay ocağında (!) kahve molası verip soluklanıyoruz.
Nehir kenarı ve salkım söğüdün gölgesi serindi ama sonbaharda olsa Adana güneşi yakmaya başladı. Tekrar otelimize yürüyoruz. Odalarımıza yerleşip biraz dinleneceğiz.
Öğleden sonra tekrar Adana sokaklarına çıktığımızda eski Adana’ya, Küçük Saat’e doğru tekrar yürüyoruz. Meydanı, Yeni Cami’yi, Kemeraltı Camisini ziyaret ediyoruz. Ara sokaklara, arastalara vurup, kayboluyoruz. Bir kenti öğrenmenin en iyi yolu o kentin sokaklarında kaybolmakmış der, eski gezginler. Açlığımızı bir ara öğünle geçiştirmek istiyoruz ama aynı zamanda yerel bir lezzet olmasını da istiyoruz. Ve “ sıkma “ yapan bir mekân bulup öğle yemeğinde sıkma ve acılı ayran deniyoruz. Adana’ya gelmişken Bici bici’yi denemeden olmaz. Mevsim geçtiği için yapan yerler azalmış ama biz sora sora çarşı içinde yapan bir yer buluyoruz. Pek bize hitap eden bir lezzet değildi ama Adana’nın yaz sıcağında cazip olabilir. Akşamı tavsiye üzerine esnaf lokantası konseptindeki Cikcik Ali’de kebap yiyerek noktalıyoruz. Günün tüm yorgunluğu çöküyor ve erkenden uyuyoruz.
Yağ Cami
Bebekli Kilise
Adana’da ikinci günümüzde programımız sabahtan öğleye kadar yine Küçük saat tarafında olmak, Yağ Camii, Bebekli kiliseyi ziyaret etmek, hediyelik cezerye, lokum almak. Programı aynen uyguluyoruz. Bebekli kilise kapanmadan son anda yetişip geziyoruz. Adana’da ibadete açık ve cemaati olan bir kilisenin varlığı açıkçası bize ilginç geldi. Araya bir de satılık bir karavanı görmek için Gürsel paşa mahallesi tarafında bir ziyaret sıkıştırıyoruz. Sonrasında öğle yemeğini Kuruköprüde Kelle – paça çorbası içerek yapıyoruz. Tatlı olarak da Adana’nın meşhur Halka / Burma / Kerhane tatlısını afiyetle yiyoruz. Yemek sonrası istirahat ve öğle sıcağını bir nebze atlatabilmek için odalarımıza çekiliyoruz. Dinlenme sonrası bu kez yine sahil tarafına inip Atatürk Evini ve Sinema Müzesini gezeceğiz. İyi düzenlenmiş Atatürk Evi’ni ve sevgili dostum Dr. Haluk Uygur’un yaptığı müzelerden biri olan Sinema müzesini geziyoruz. Adana’dan bu kadar çok sinema oyuncusu, yönetmen ve senaristin çıkmış olması bizi çok etkiledi. Ve müzenin galerilerinde zaman içinde kaybolduk.
Halka ya da Burma ya da Kerhane tatlısı
Adana Sinema Müzesi
Şimdi tekrar otelimize dönüp bir duş alıp, biraz daha spor/şık kıyafetler giyme zamanı. Dün akşam esnaf lokantasındaydık, bu akşam biraz daha lüks sınıftaki Onbaşılar’da yer ayırttık. Ama önce yolumuzun üzerindeki mesire alanı Dilberler Sekisi var. Taksi ile önce Dilberler Sekisine gidiyoruz, Gençlik köprüsünden yürüyerek Seyhan Nehrini, çevresindeki yeşil alanları, güneşin üzerinde battığı yeni Adana’nın modern yapılarının siluetini izliyoruz. Gölde kano yapanlar, SUP ( stand up pedal ) yapanlar, yeşilbaş ördekler…
Dilberler Sekisi
Gün batımında, mavi aydınlık saatlerde Seyhan Baraj Gölünü tepeden seyreden Onbaşılar restoranda yerimizi alıyoruz. Özellikle Yağlıkara, yediğimiz en lezzetli kebap türüydü. Yemek sonrası bindiğimiz taksinin şoförüne;
- Çek bakalım Kazancılar çarşısına, eğlenceye akalım diyoruz. Kazancılar Çarşısı eskisi kadar – söylenenlere göre – canlı olmasa da yine cıvıl cıvıl. Saz takımı vuruyor darbukaya:
-Adana’ya gidek mi?
Mehmet Cengiz Tümer
Ekim 2021
Yorum yap