5 GÜNDE KUZEY İTALYA BÖLÜM 2: AŞKIN KENTİ VERONA
29.08.20215 GÜNDE KUZEY İTALYA BÖLÜM 2: AŞKIN KENTİ VERONA
İkinci gün yine güneşli ve soğuk bir Bolzano sabahına uyandık. Bugünkü programımız öğlen 12.30 daki Verona trenine kadar Bolzano’nun ara sokaklarını ve Castello’sunu gezmek. Kahvaltıdan sonra valizlerimizi toplayıp odayı boşaltıyoruz ve valizlerimizi hostelin emanetine bırakıp fotoğraf makinemizle birlikte soğuk bir Pazar sabahı Bolzano’nun ara sokaklarına dalıyoruz. Hangi sokağa bakarsanız bakın sokağın diğer ucunda bir dağ görüyorsunuz.
Bolzano hayatın yavaş yavaş aktığı, huzur içinde yaşanacak kaliteli bir yaşam standartı sunan küçük şirin bir kent olarak kazınıyor belleğimize.
Verona’ya yaklaşık iki saatlik bir tren yolculuğu yapacağız. Tam saatinde trenimiz hareket ediyor. Bolzano’yu terk ettiğimizde yolun iki yanında karlı dağlar ve bakımlı bağlar bize eşlik ediyor. Kimi bağlarda tek tük çalışanlar var. Bakımlı küçük istasyonlardan geçiyoruz. Eşim oğlumuzla sohbet ederek özlem gideriyor, ara sıra “- Sen oğlunu özlemedin mi?” diye beni taciz etse de ben pencereden akıp giden manzarayı seyrediyorum.
Verona istasyonuna girdiğimizde, istasyonun büyüklüğünden bile buranın Bolzano’ya göre daha büyük bir yerleşim olduğu anlaşılıyor. İstasyondan çıkıp yürüyüş mesafesindeki şehir merkezine yürüyoruz. Kalacağımız hostelin ( daha doğrusu B&B ) tabelası olmadığı için bulmakta zorlanıyoruz. Nirengi noktası olabilecek bir alışveriş marketinin önünde hostelle ilgilenen kişiyi telefonla arıyoruz, beş dakika sonrada ilgilenen bayan gelip bizi alıyor. Meğer bir sokak arkadaymışız.
Kalacağımız B&B bir apartman dairesi. Kadın kısa bir süre önce üç oda ve bir mutfak/salondan oluşan evini hostele çevirmiş. İki odasında biz kalacağız. Çok sıcakkanlı olan ev sahibemizle Canburak aracılığı ile sohbet edip kahvemizi içerken kapı çalınıyor, genç bir çift geliyor. Onlarda diğer oda da kalacaklar.
Ev sahibemiz kısaca ( aslında uzunca) Verona hakkında, Veronakard hakkında bilgi veriyor ve akşam yemeğini yiyebileceğimiz birkaç yer tarif ediyor.
Bu sohbetten sonra eşyalarımızı odamıza bırakıp ev sahibimizi de yeni konuklarına bırakıp Verona’yı keşfe çıkıyoruz.
Önce Arena’nın bulunduğu meydandaki Turizm danışmadan bir günlük Verona kartlarımızı alacağız. Bir günlüğü 10 € bu kartla Arena, Torre dei Lamberti ( Lamberti kulesi), Casa dı Giulietta ( Julietin evi), Tomb di Giulietta ( Julietin mezarı), Teatro Romano, üç müze, Zeno kilisesi, Anastasia kilisesi, Duomo, San Fermo kilisesini gezebiliyorsunuz. Bu yerlerin her birine giriş ücretinin 6 – 7 € olduğunu düşünürseniz Veronacard oldukça hesaplı geliyor.
Biz kartımızı aldıktan sonra kısa bir sırayı takiben önce Arenayı geziyoruz, daha sonra ara sokaklarda elimizdeki Verona haritasını kullanarak Torre dei Lambrettiyi buluyoruz. Girişi kartla yapıyoruz ancak yürüyerek çıkmamak için 1 €/kişi asansör ücreti ödüyoruz. Asansör birinci sahanlığa kadar çıkarıyor, asansörden sonra iki sahanlık var ki oralara yürüyerek çıkıyoruz. Ama gördüğümüz Verona manzarası buna değer.
Kule toplam 368 basamak, bunun 243 basamağını asansörle geri kalanını yürüyerek çıkıyoruz. Kule XII. YY da yapımlı, 1464 de restore edilmiş, 1779 da büyük saat eklenmiş. Kuledeki iki çan “ Marangona” olarak adlandırılıyor ve saati belirtmek ve yangın alarmı için kullanılıyor. Daha yukarıdaki ve daha büyük olan çan ise “ Rengo” olarak adlandırılıyor ve bir saldırı durumunda şehri savunmak için alarm olarak kullanılıyormuş.
Kuleden indiğimizde güneş çekilmek üzereydi. Kapanmadan Juliet’in evini de görelim dedik. Dar sokaklarda artık aşina olduğumuz İtalyan mimarisi arasında yürüyerek Juliet’in evini bulduk.
Bugünün 14 Şubat sevgililer günü olması ve bu nedenle girişin ücretsiz olması nedeniyle korkunç bir kalabalık var. Görevliler guruplar halinde içeri alıyorlar. Nihayet üçüncü postada biz de giriyoruz. Aslında Romeo ve Juliet, Shakespeare’in yarattığı karakterler. Olmayan kişilerin evini, mezarını geziyoruz, kıyafetlerini, yatak odalarını geziyoruz, görüyoruz.
Verona’lı bir kadının evini belediyeye bağışlamasıyla oluşturulmuş ve tüm romantik turistleri bu kente çekiyor. Yaratıcılık, işletmecilik, turizmcilik bu olsa gerek. Kapısında durup post it ve kalem satsanız aylık kazancınız bir doktor maaşını bulur herhalde.
Juliet’in evinden hediyelik eşya almayı son dönüş günümüze bırakıp – Münih için trene buradan bineceğiz- Teatro Romano’ya doğru yürüyoruz. Hava kararmaya başladı. Yolumuzun üzerindeki Anastasia kilisesini de ziyaret ediyoruz. Nehri geçen köprünün üzerine vardığımızda hava artık kararmıştı. Mavi aydınlıkta nehri, kaleyi, Teatro Romanoyu seyredip hemen yakındaki bir kafe/bara oturuyoruz. Oturduğumuzda ne kadar yorulduğumuzu anlıyoruz.
Dönüşte Lamberti kulesinin hemen arkasındaki meydanda Sevgililer günü için düzenlenmiş halk konserini bir süre izliyoruz.
Açılan stantları dolaşıyoruz, her yer gül yaprakları ve rengârenk konfetilerle kaplı, sokak lambaları kırmızı kalp şeklinde fenerlerle kaplanmış keyifle yürüyerek ev sahibimizin önerdiği pizza restoranı Bella Napoli’yi buluyoruz.
Bella Napoli’nin kapısında uzun bir kuyruk var, saat 20.00 olmuş, yorulmuşuz, acıkmışız, bu sıra bize gelmez diye vazgeçtik. Başka bir yer bakacağız artık. Yaklaşık elli metre sonra aynı sokakta bir pizza restoranı daha görüyoruz. Aaaa bu da Bella Napoli, diğerine göre daha büyük, bunda da bekleyenler var. Canburak ne kadar bekleyeceğimizi sormak için içeri giriyor. Allahtan o kalabalığın bir kısmı paket servisi bekliyormuş. Adımızı listeye yazdırıyoruz, sıradaki üçüncü aileyiz. Yer boşaldıkça bir teşrifatçı isminizi okuyor ve size masanıza kadar refakat ediyor. Şimdiye kadar yediğim en iyi pizzaydı. Bundan sonra ben Türkiye’deki pizzalara pizza demem artık. Yarım litre de kırmızı şarabımızı içiyoruz. Yemekten sonra hem yorgunluk, hem de yemeğin rehaveti çöküyor. Yavaş yavaş pansiyonumuza dönüyoruz.
Yorum yap