DÜNYANIN EN ESKİ YERLEŞİM YERİ
13.04.2019Şimdi size 9000 yıllık bir öykü anlatacağım.
Dokuz bin yıl... Dile kolay desem, anlatılan dünyanın en eski yerleşim yeri olunca, dile bile kolay değil anlatmak. Anlatacaklarımın yazıdan bile eski olduğunu düşünürseniz, kolay olmasa bile öykünün bugüne gelmesinde dilin rolünün önemli olduğunu unutmamak gerekir.
Ancak yine de unutmamalısınız ki, insanlar yazıdan önce, dile ek olarak sanatı da anlatım için kullanıyorlardı.
Bir çoğumuza “9000 yıl öncenin insanını zihninizde nasıl canlandırıyorsunuz?” diye sorsalar; postları ile dolaşan, saçı sakalı birbirine karışmış, çıplak ayakla gezip, hayvanla insan arası bir biçimde yaşayan birilerini tarif ederiz.
Ama Konya'nın Çumra İlçesi'nin 10 km. doğusunda Çatalhöyük kazısında çıkan 9000 yıllık heykel veya resimlere bakınca, bu tarifinizden vazgeçeceğinizi tahmin ediyorum..
ÇATALHÖYÜK'ÜN ÖYKÜSÜ
Önce size Çatalhöyük'ün öyküsünü anlatayım isterseniz... Daha önceki bir yazımda Anadolu insanının isim koymadaki ustalığından bahsetmiştim. Öyküsünü anlatacağım, dünyanın en eski yerleşim yerinin o zamanlar bir ismi var mıydı, varsa neydi bilmiyorum ama, 1961 yılında Prof. Mellaart kazıya başladığında, Çumralılar çatal gibi yanyana duran iki tepe olması nedeniyle, buraya Çatalhöyük diyorlardı.
Mellaart'ın karıştığı talihsiz öyküyü yazımın sonunda anlatacağım ama, bu kazı profesöre büyük bir ün kazandırdı. Çünkü Mellaart dünyada o güne kadar keşfedilebilmiş en eski yerleşim yerini keşfetmişti ve sadece keşfetmekle kalmamış şaşırtıcı buluntulara ulaşamıştı.
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde ve bizzat kazı yerindeki küçük müzede görebileceğiniz bu buluntular arasında bulunan Ana Tanrıça heykelleri ise tüm bilim dünyasını şaşkına çevirdi.
FEMİNİSTLERİN MABEDİ
Hani bir çoğumuzun saçı saklalı birbirine karışmış, hayvanla insan arası olmalı diye düşündüğümüz Çatalhöyüklü var ya... Günümüz heykel sanatına örnek olabilecek derecede estetik değerlere sahip heykeller yapmış, resimler çizmiş meğer.
Geniş kalçaları, büyük memeleri ile bereketin sembolü olarak algılanan o ana tanrıça heykellerinden birini görseniz, haklı olarak,9000 yıl öncenin estetik anlayışına şaşırıp kalırsınız. Ya duvarlardaki av sahnelerini tasvir eden resimler?... İnanın ki ben 9000 yıl önceki insanı tarif eder misiniz sorusuna aklımca verdiğim cevaptan utanıverdim.
Tabi ki bu kazılardan bol bol Ana Tanrıça motiflerinin çıkması bu toplumun anaerkil bir yaşam sürdüğünün de işaretleri sayılmış. Bu durum feministlerin de dikkatini çekmiş olmalı ki, feminist kuruluşlar Çatalhöyük'e çok sık gezi düzenliyorlarmış.
Biz gezerken rehberimizin şaka yollu “Burası feministlerin haç yeridir...” demesini de, hep beraber ağız kenarımızdan yayılan hafif bir gülücükle karşıladık.
EVLERİN KAPILARI DAMDA
Şimdi hayda diyeceksiniz... Evlerin kapısı da damda olur muymuş?
Ama unutmayın 9000 yıl önceden bahsediyoruz... O zamanki vahşi hayvanların gücünü kuvvetini düşünün bir kez....Vatandaş kendini yabani hayvanlardan koruyabilmek için aklını kullanıp kapısını dama yapıvermiş. Dama çıkmak için koyduğu merdiveni de yukarı çekiverince, gir evine girebilirsen.
Evlerin kapısının damda olmasının bir avantajı da, kapılara ulaşmak için, evler arasında bir sokağa ihtiyaç duyulmaması.Tüm evlerin bitişik nizamda yapılması nedeniyle, zaten sokak damların ta kendisi...Yani o zamanki vatandaşlarımız sokak yerine damda dolaşıyorlarmış diyebiliriz.
ÖLÜLER EVLERİN İÇİNE GÖMÜLÜYORMUŞ
Çatalhöyük'te yapılan kazılar iki ayrı tepeden oluşuyor. Üzerleri çatıyla kaplanmış bu kazı alanlarında evlerin tüm oluşumlarını görebiliyorsunuz. Tanıtım levhalarından da, onlarla birlikte yaşıyormuş gibi bilgiye ulaşabiliyorsunuz.
Bu bilgilerden ziyaretçileri en çok şaşırtan şey ise, bazı evlerin zemininde ölülerin gömülü olması. Bundan da o dönem insanlarının büyüklerine kutsiyet verecek kadar saygılı oldukları, hatta büyüklerin tanrı sayıldığı bir inanışa sahip olabilecekleri fikrine kapılıyorsunuz.
Şimdi bir kez daha yüksek sesle “Hayda!..” diyeceksiniz... Zaten biz de Çatalhöyük'ü gezerken biçok kez “Hayda” çektik. Burada söylediğiniz “Hayda” ise, “Ölüleri evin içine gömerlerse kokmaz mı?” sorusunu temsilen zannederim. Ama bizi gezdiren rehber diyor ki... Ölüleri önce açıkta bir yerlere koyarlarmış ve akbabalar bir müddet cesetlerin etini yer, geriye sadece kemikler kalınca da, onu evlerinin toprak zeminine gömerlermiş.
Tam burada, “O zaman akbaba var mıymış?” diye sormayın lütfen...
Ben evlerin duvarında akbaba resimleri gördüm.
Olmasaydı ressam arkadaşım akbaba resmi çizebilir miydi?
Ayla Emrahoglu
30 May 2019Yeni bir gizem ve soru işareti. Ülkemin zenginliklerini sizden okumak çok güzel. Teşekkürler
Mehmet Aksoy
4 Jun 2019Tokatlanmış bir beyinle ne drmilebilir ki? Enterrsan çok enteresan.
Derya Yazar
25 Sep 2020Teşekkürler.